Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi’nde (Yıl: 2004, sayı: 21/2, sayfa: 171–194), Cumhuriyet Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden Dr. Erdal Eser’in bilimsel yazısını okurken tanıdık bir yerden söz ettiğini anladım. Yazı “Kinolis (Ginolu) Kalesi” başlığını taşıyordu. Burası her yıl Karadeniz kıyısında gezerken önünden geçtiğimiz küçük köy, doğal liman ve arkadaki kale olmalıydı.
Yazı ve Fotoğraf Sinan Kılıç / 33. Sayı
Birkaç yıldır Türkiye’nin en doğusu ile en batısı arasında yaptığımız yolculuklarda Karadeniz sahilinden geçiyoruz. Doğu’dan batıya doğru Sinop’tan sonra yol daralıyor, tam bir orman yoluna dönüyor. Genişletilip yok edilmeden önce geçmeli o yollardan. Çünkü herkes el birliği etmiş, nedense bu güzelim yolun genişletilmesine çalışıyor. Karadeniz’in tadına hiç varmadan, Sarp’tan Edirne’ye bir çırpıda geçip gidivermek istiyorlar…
İlk İnka kentlerinden Pachacamac, 4 mil karelik bir alan içinde kerpiç harabelerden, güneş ve ay tapınaklarından oluşuyor. Pachacamac'ta sürdürülen kazılar, Kolomb öncesi dönemde eski Peru'da inşa edilen gizemli piramitlerin sırlarını açığa çıkarıyor. Arkeolojik kalıntılar ve mezarların geniş bir alana yayıldığı Pachacamac'ta, ölüler, geçmişe dair öyküler anlatıyor.
Günümüzde dilencilik başta büyük kentler olmak üzere bütün kentlerin temel sorunlarından biri durumuna gelmiştir. Öyle ki, bu mesele sempozyumlara konu olabilecek bir boyut kazanmış durumdadır. Nitekim geçtiğimiz Ekim ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi, dilencilik sempozyumu düzenlemek zorunda kaldı. Bir Kent Sorunu: Dilencilik Sorunlar Ve Çözüm Yolları adı ile yapılan sempozyumda dilencilik meselesi bütün boyutlarıyla tartışıldı ve çözüm önerileri üzerinde duruldu. Bu noktadan hareketle biz de bu sayıdaki yazımızı dilencilik meselesine ayırmaya karar verdik.
Yeğenim Alpay, “Dayı, hafta sonu hazır ol. Karlık Dağları’nda ışkın (Biz Gündüzbeyliler eşkın ya da eşgın, deriz) toplayacağız” diye haber verdiğinde, inanın çocukların bayramı beklediği gibi heyecanını duymaya başladım. Adeta iple çekiyordum, gideceğimiz günü…
Antalya’nın kayak merkezi Saklıkent’in batısında bulunan Beydağlarından billur gibi akan kar sularından oluşan derecikler aşağılara güneye doğru toplanarak Alakır Çayı’nı oluşturur.
Yazı: Celal Güzelyürek, Fotoğraf: İsmail Şahinbaş / 33. sayı
Prof.Dr.Serra Durugönül’ün Triskeles yorumu:
Tekerlek veya disk olarak yorumlanabilecek olan bu sembol M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllara ait Likya sikkelerinde görülür.
Yazı ve Fotoğraflar: Semihi Vural
Önce tohum olup toprağa düştü. Üç mevsim geçirdi yaşamla buluşmak için. Kökünden koparıldı vakti geldiğinde. Başıboş beklerken bir el uzandı, ince ince eledi her birini. Tezgâhtaki yerini aldı sonra. Sabırla emekle dokundu yıllar yılı. Her biri ayrı duyguyu anlatan süslemeler işlendi üzerine göz nuruyla, şefkatle. Bir ömür verildi uğruna…
Yazı ve Fotoğraf: Selda Kaya / 31. Sayı
Bu sayımızın kitap konusunu ‘Ankaralı Gezginler’in çalışmalarına ayırdık. Ankaralı Gezginler dur durak bilmeden tüm dünyada yapmış oldukları gezileri hep birlikte Timur Özkan’ın editörlüğünde hazırlanan bir kitapta toplamışlar. Bize de, Sırtçantam dostları ile paylaşmak düştü.
Yazı: Şener Aslan / 31. Sayı
Kocaeli Doğa Yürüyüş Parkurları
Büyük kentlerin doğal yaşamı stres üreten çileli bir parkur izler. Sabah erken kalkış, servisler ve toplu taşıma araçlarında geçirilen bunaltıcı yolculuklar ve yorgun argın işyerinin kapısından içeri girilir.
Yazı: Şener Aslan / 30. Sayı