Bir soluk almak için durursunuz. Anadolu Karadeniz kıyılarının, en güzel köşelerinden biri daha, tarihin derinliklerinden denize doğru uzanmış sert bir kaya gibi önünüze çıkıverir… Burası Sürtüven Burnu. Gözleriniz geleneksel ahşap evler arar; Evliya Çelebi’nin de söz ettiği, tavanı taş levhalarla örtülü ahşap binalar… Onların yerini Ginolu’da artık beton yapılar almışlar. Yine de bakımlı ve temiz görünüyorlar. Burnun arkasında küçük bir koy ve çevresinde güzel bir kumsal…
Antik Çağ’dan günümüze Paflagonya Bölgesi’nin Cimolis, Cinolis, Kimolis, Kinolis, Qinoli, Quinori, Quinopoli, Ginolu ya da Ginoğlu diye adlandırılan yeri. Bu ad acaba nereden geliyor? Acaba “Kinolis” ya da “Ginolu” adının, eski Pontos kenti Gymnias (bugünkü Bayburt olduğu sanılıyor) ile bir ilişkisi olabilir mi?
Bilge Umar’a göre “gymn”in Kapadokya dilindeki biçimi “kumna”, yani “ku(va)-(u)mna” (Türkiye’deki Tarihsel Adlar, 1993, sayfa: 300). Bu sözcük “ku(va) halkı” anlamına geliyor ve Eski Anadolu’da benzer çok sayıda yer adı bulunuyor: Kuma, Kummakha, Kummunu (ay.es. 484), Kuvalana, Kuvalapassa, Kuvaliia, Kuvanna, Kuvapassa, Kuvatna (ay.es. 487).
İÖ 6. yüzyıldan sonra kayıtlarda geçmeye başlayan Kinolis’in pek de önemli bir yer olmadığı anlaşılıyor. Zaten Ortaçağ seyahatnamelerinde de bu yerin adı geçmiyor. Bunu Erdal Eser, kıyı boyunca Amasra, İnebolu ve Sinop gibi önemli limanların yer almasına bağlıyor. Ginolu, şimdi de küçük bir köy. Ama kayalık burun üzerindeki yıkıntılar araştırmacıların öteden beri ilgisini çekmiş olmalı.
Bugünkü kale kalıntıları, yakın geçmişte Ahmet Gökoğlu’nun “Paphlagonia-Paflagonya: Gayri Menkul Eski Eserleri ve Arkeolojisi” adlı kitabında şöyle tanıtılmış (1952, sayfa: 19-20): Bu eski iskan yeri Karadeniz sahilinde, Çatalzeytin’in bir saat batısındadır. Burada Sürtüven ve Karadeniz tepesi denilen iki kale ile, arasında Karadeniz ve Ginolu adıyla küçük iki liman vardır. Ginolu para kesmediğine göre daima Sinob’un idaresi altında kalmıştır. M.Ö. 340 tarihinde yaşayan Yunan muharriri Skylax burasını (Koronis) deye isimlendirdiğine göre M.Ö. 4 üncü yüzyılda varolduğunu kabul etmek lazımdır (Gökoğlu burada Skylax’ın İÖ 4. yüzyılda yeniden yazılmış eserine göre tarih veriyor. Oysa Karialı Skylax’ın gerçekte İÖ 508 yılında I. Darius’un emriyle Yakın Doğu’nun kıyılarını anlatan bir rapor hazırladığı biliniyor). Kapadokya valisi Arrianos limanın biraz açık olduğundan, eski adı Kinolis olup ancak yazın emin bir liman olabildiğinden bahseder. Marcianos bir köy olduğunu kaydeder. (Ptolemaios 542), (Plinius N. H. 625) de de burası hakkında kayıtlar vardır. Osmanlılar çağında 1268 H. yılına kadar Kastamonu’ya, ondan sonra da Sinob’a bağlı bir kadılık iken bugün eski iskân yerinde 4 ev, 3 dükkân ve 3 kahveden başka bir şey kalmamıştır.
Aynı kitabın 161. sayfasında ise şu bilgiler yer alıyor: Çatalzeytin’in bir saat batısında olan bu kale, batıdan doğuya doğru denizin içine uzayan ve tahminen boyu 130, eni 39 m. yi bulan ve Sürtüven burnu denilen tabii bir tepenin üzerine yapılmıştır. Kuzeyi tahminen 15 m. yükseklikteki dik kayalar halinde denize inmektedir. Diğer tarafları zayıf olduğundan sun’i sur ve burçlarla takviye olunmuştur. Bugünkü sur artıkları güney ve batı taraflarında bulunmaktadır. Kalenin ortasında moloz taşından harçla yapılmış bir su mahzeni (sarnıç) bulunmaktadır. Bunun doğusunda ayrıca bir de bina enkazı vardır. Burası M.Ö. 4 üncü yüzyılda meskûn ise de bugün ayakta duran kale bir Osmanlı eseridir.
Sürtüven burnu Abana ile Çatalzeytin arasında, denize inen sarp kayalıkların doğu ucunda yer alır. Bu nedenle Ginolu kalesi tarih boyunca batıdan gelen denizciler için önemli bir durak ve sığınak yeri olmuş olmalı. Yine de Karadeniz’in hırçın dalgaları nedeniyle olsa gerek, Romalı vali Lucius Flavius Arrianus bu limana ancak yaz aylarında demir atılabileceğini söylüyor (XIV: 4). Kayalık burnun batısındaki küçük koy sadece doğudan gelen sert rüzgârlara karşı korunaklı olduğu halde, doğusundaki daha büyük koy kuzey ve batı rüzgârlarına karşı tekneleri koruyordu. Ginolu’ya yaklaşan denizciler havanın durumuna göre hangi yandaki koya yanaşacaklarına önceden karar veriyor olmalıydı.
Avusturya Bilimler Akademisi’nin Bizans İmparatorluğu tarihi coğrafya araştırmalarına yer verdiği yayın dizisi Tabula Imperii Byzantini içinde, Klaus Belke’nin yayınladığı “Paphlagonien u 〠浣〠瑰㸢ﱂﱴﱧ潤慬琿洿欠棢攠政汫ⱥ欠棢㬲 6 tContentID
tCategoryID
ClassID 㿿 Priority
Header 㿿 Spot 㿿 SpotImage 㿿 SpotFlash 㿿 SpotVideo 㿿 SpotMusic 㿿 Content 㿿 MemberOnly
Labels nd Honorias” adlı kitapta da Ginolu’dan söz ediliyor (1996, sayfa: 232). Burada Ginolu kalesinde Santa Maria adlı bir kilisenin yer aldığı ve burada 11. yüzyılın ikinci yarısına ait bir mührün ele geçirildiği yazıyor. Günümüzde Petersburg’da Ermitage Müzesi’nde kayıtlı olduğu bildirilen söz konusu mührün, üzerindeki yazılara göre, Kinolis’deki bir depo görevlisine ait olduğu iddia ediliyor.
Ginolu kalesinde ve çevresinde ayrıntılı araştırmalar yapan Erdal Eser, yüzeyde saptanan mimari kalıntılarla ilgili bilgi verdikten sonra, kalenin 9–11. yüzyıllar arasında inşa edilmiş olabileceğini öneriyor (sayfa: 181). Yapılan bu çalışma sırasında kale ve çevresinin ayrıntılı planları da çizilmiş. Bu planlara bakınca Ginolu Kalesi’nin sit alanı olarak koruma altına alınmış olduğunu da anlıyoruz.
Yapılan araştırmalara ve Ginolu kalesinin koruma altına alınmış olmasına çok sevindik. Ancak 2008 yazında biz oradan geçerken gördüğümüz, onarım amacıyla yapılmış olan yepyeni surlara epeyce üzüldük. Demek ki, Ginolu’da kültür varlıklarımıza ilgi gösterirken kaş yapmamıza, ama onları onarırken göz çıkarmamıza bir örnek daha vermişiz. Doğu yakadaki doğal limanın eski kumsalı da balıkçı barınağı yapılırken nedense doldurulmuş. Dolgu toprağı nereden alındı kim bilir?
Bu durum yine de Ginolu’nun görmeye değer arkeolojik ve doğal bir zenginlik olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 2500 yıl eskiden, hatta belki daha da önceden gelen bir adı halen taşıyan Ginolu’da soluklanmak için bir durmanızı öneririm. Sevgili İsmail Şahinbaş’ın dediği gibi, eski yer adları da korunması gereken kültür varlıklarıdır.