İlk kez 2011 yılı Kasım ayında gittiğimiz Zonguldak’a, bu defa Mayıs ayında gidiyoruz. 2011 kışında, ‘kara elmas’ın şehri Zonguldak’ın kömür kokan havasını solumuştuk; bu kez bahar ayında mis gibi deniz havasını içimize çekerek, yemyeşil doğada huzur bularak çalışıyoruz.
2011 yılında çektiğimiz ve 2012 Antalya Televizyon Ödülleri’nde ‘En İyi Belgesel’ ödülüne layık görülen ‘Yüz Karası Değil Ekmek Parası’ belgeselimizde, madencilerin zorluklarla dolu yaşamlarına değinmiştik. Bu defa, bu şehrin farklı güzelliklerini iki fotoğrafçının vizöründen ekrana yansıtmak üzere buradayız.
Sevgili Şafak Tortu’yla 2011 yılında tanışma şansına sahip olmuştum. ‘Yüz Karası Değil Ekmek Parası’ belgeselimize Zonguldak ve madencilikle ilgili arşiv fotoğraflarıyla destek olmuştu. Fotoğrafları almak üzere atölyesine gittiğimde, gözlerime inanamamıştım. Bir torna atölyesi ve bu atölye içerisindeki küçücük bir odada sanatını konuşturan bir fotoğrafçı… O zaman sıra dışı çalışma alanıyla hafızamda yer edinen Şafak Tortu’yla mutlaka bir belgesel hazırlamalıyız diye düşünmüştüm.
Ve işte o fırsatı bu yıl yakaladım.
2012 yılında yapmaya başladığımız ‘İki Göz Bir Şehir’ kuşağımızda, fotoğrafçı sunucumuz Wilco Van Herpen her şehirde bir fotoğrafçıyı ele alarak, hem o şehrin güzelliklerini konuğuyla birlikte fotoğraflıyor, hem de konuk fotoğrafçının çalışmalarını inceliyor. Wilco’nun yeni durağı Zonguldak; programın ikinci gözü ise Şafak Tortu.
Şafak Tortu’nun asıl mesleği makine mühendisliği. Sanata, Gırgır dergisinde karikatürist olarak başlamış. Fotoğraf sanatçılığının yanında bir de heykeltıraşlık yönü var. Fotoğraflarıyla birçok ülkede ödüle layık görülmüş, sanatçı sıfatını hak eden nadir insanlardan biri.
Zonguldak ne yazık ki grizu patlamaları ve madencilerin ölümüyle gündeme gelen bir şehir olarak yer etmiş hafızamızda. Fakat bu şehrin bir de bilinmeyen güzellikleri var. Ülkemizde Zonguldak’ın kaderini paylaşan ve bazı kötü olaylarla özdeşleştirilmiş birçok şehrimiz var. Oysa böyle şehirlerin de tarihi ve doğal güzellikleri olduğu göz ardı edilmemeli.
İşte bu yüzden, Zonguldak’a ikinci gelişimizde şehrin görmediğimiz, bilmediğimiz yerlerini keşfedecek olmanın mutluluğunu yaşıyoruz.
İlk çalışma günümüzde Gökgöl Mağarası’na gidiyoruz. Mağara, doğanın kendine sakladığı bir yeraltı cenneti gibi. Damlataş mağaralarının en güzel örneklerinden. İçerisine ışıklandırma ve yürüyüş yolu yapılmış. Belli mesafelerde dinlenme salonları mevcut. Rahatça gezilebiliyor.
Burası aktif bir damlataş mağarası ve oluşumu üçüncü jeolojik döneme rastlıyor. Aktif olduğundan damlalar sürekli akıyor ve düştüğü yerde yeni oluşumlar meydana getirmeye devam ediyor. Mağaranın içindeki yeraltı suyunun sesi de çalışırken bize bir nevi terapi oluyor.
Wilco ve Şafak Tortu, mağaranın güzelliği karşısında saatlerce fotoğraf çekmekten kendilerini alamıyorlar. Muhakkak görülmesi gereken cennetten bir köşe…
Mağarada işimiz bittikten sonra, Şafak Tortu’nun gözünden Zonguldak’ı gezmeye devam ediyoruz. Önce Kilimli’deki Radar Tepe’ye çıkıyoruz. Burada güneş bize yüzünü göstermeyip moralimizi bozsa da pes etmiyoruz. Wilco ve Şafak Tortu, bu güzel manzarada fotoğraf çekmeye devam ediyor. Oradan ayrılıp Fener Mahallesi’ne geçiyoruz. Tüm gün bize naz yapan güneş, burada o güzel yüzünü gösteriyor. Muhteşem günbatımı iki fotoğrafçının karelerinde yer alırken, biz de o ânın keyfini çıkarıyoruz.
İkinci günümüzde, Zonguldak’ın kara elmasını ve madencilerini fotoğraflamak üzere, yaklaşık iki yıl sonra yeniden maden ocağına giriyoruz. Ve yine aynı heyecan başlıyor…
Madene girmek, orada çalışan insanlarla aynı havayı solumak, onların çalışma ortamlarına şahit olmak, nedense garip bir heyecan ve korku yaratıyor bende. Wilco ve Şafak Tortu da vizörlerini bu insanlara tutacak olmanın heyecanını yaşıyor ve büyük bir hevesle çalışıyorlar. Daha fotoğrafları görmeden, sonuçların çok etkileyici olacağına eminim. Maden ocağında işimiz bittikten sonra, Devrek’e doğru yol alıyoruz.
Devrek, Zonguldak’ın baston yapımıyla ünlü bir ilçesi. Burada birçok usta, ekmek parasını bu işten kazanıyor. Ne yazık ki eski ustaların pek çoğu kalmamış. Zamanında ustalarından öğrendikleri el sanatını yaşatmaya çalışan yeni kuşaklar var. Ali Usta da onlardan biri. Bizi atölyesinde ağırlayarak, el yapımı baston üretimini fotoğraflamamıza olanak sağlıyor.
Üçüncü ve son günümüzde, öğlene kadar çalışıp öğleden sonra yola çıkmayı planlıyoruz. Bu defaki rotamız, Filyos ateş tuğla fabrikası.
Filyos’a giderken yemyeşil doğayı ve masmavi denizi izliyoruz. Zonguldak’ın baharına şahit olabilmek gerçekten muhteşemmiş diye düşünüyorum. Wilco arabadan sürekli fotoğraf çekerek manzarayı kayda alıyor.
Ve fabrikadayız… Mesleğimizin en güzel yanı, hayatımızda belki hiç görmediğimiz veya göremeyeceğimiz olayları, yerleri, insanları işimiz dolayısıyla görüp tanıma imkânı bulabilmek. Şafak Tortu’nun rehberliğinde, tuğla yapımına da ilk kez bu fabrikada şahit oluyoruz. İşimiz bittikten sonra bile Wilco’yu fabrikadan çıkarmamız pek kolay olmuyor. Wilco hayatında ilk kez böyle bir mekânda bulunduğundan, doğal olarak her şeyi fotoğraflamak istiyor.
Wilco’yu zorla da olsa fabrikadan çıkarmayı başardıktan sonra, bir belgesel projemizi daha sonlandırıyoruz.
Bu belgeseli sonlandırsak da, Zonguldak’ın ‘kara elmas’ın cenneti olduğu kadar, doğasının ve tarihi güzelliklerinin de bir cennet yarattığını unutmuyorum. Bu geziye dair asla unutamayacağım bir şey daha var: Yunuslar… Onları doğal ortamlarında görmek beni öylesine mutlu etti ki, bu mutluluğu hiçbir şekilde ifade edemem. Denize karşı oturup saatlerce onları izledim. Onlar özgür, ben mutlu olarak…
Özgür yunusları izlerken şöyle düşündüm: Ülkemizdeki cennet köşelerin kıymetini bilmeli, doğamızı korumalı ve tarihimize sahip çıkmalıyız ki, bizden sonraki nesiller de bu eşsiz güzellikleri görebilsinler.
Şafak Tortu ve Cemil Kaya’ya, hem Zonguldak’ı daha yakından tanımamıza vesile oldukları için hem de misafirperverliklerinden ötürü sonsuz teşekkürler… Tabii en büyük teşekkür sevgili arkadaşım Aytaç Aydın’a. Benim bu güzel şehri keşfetmeme vesile olduğu için.
Bu güzel şehrin iyi ve güzel insanları hep var olsunlar…
Metin ve fotoğraflar: Banu Acar
23.05.2013