2018 yılı, 12 Ekim Cuma sabaha varmadan yolculuğum başlıyor. Uyu, uyu diye yastığa kapandığım saatten yalnızca iki ya da üç saat sonra heyecanla uyanıyor ve çağırdığım taksi ile havalimanı transferinin gerçekleşeceği buluşma noktasına doğru boş ve ışıklı caddelerde sakince yol alıyorum. Grupla buluşup, tanışıyoruz. Henüz bir ay bile olmadan yine havalimanındayım, seviyorum buraları, en çok da şehirden uzaklaşan rotaları…
Bulutların üstündeyim, gerçekten!
Ufuk çizgisinde yavaşça yükselen güneş, gözlerime yansıyor. Uçağın sol kanadının altından izlediğim bu inanılmaz şölen, yeni günüme başka bir anlam katıyor. Şükürler olsun.
Erzincan Havalimanı, modern ve estetik görüntüsü ile karşılıyor bizleri. Rehberimiz ve tüm gezi dostlarımla bir arada ‘Kardeşlik Şehri Erzincan’ ile turumuza başlıyoruz. Kaptanımız hep olduğu gibi yine yöreyi iyi tanıyan, tecrübeli sürücülerden. Pülümür Vadisi boyunca her yaprak bir çiçek, sarıdan kırmızıya dönüyor neredeyse tüm ağaçlar. Yine yapraklar rüzgârların peşinde. Hazan mevsimi dağlarda, tüm ağırlığınca.
Yolumuz üstünde tuz üretim alanlarını gözlemleyip, hakkında bilgiler alıyoruz. Kızılcık ağaçlarının arkasından fotoğraflayıp, görsel heybelerimizi doldurmaya başlıyoruz.
Pülümür’e vardığımızda Cemal Süreya’nın heykeli ve ‘Sürgün’ şiiri karşılıyor bizi. Hafızamda neler vardı sahi, şaire ait:
“Zaman lazım sadece, unutacaksın!
Nasıl unuttuysan çocukluğunu, kırılan oyuncaklarını
Kırılan kalbini de öyle unutacaksın.
Bazen diyorum ki ne olacak söyle, gitsin
Sonra diyorum, söyleyince ne olacak
Sus bitsin!
Ne ikna edici bir intihar biçimidir, şimdi seninle göz göze gelmek.”
Belediye, Bellek ve Kültürevi’nde yine bir şaire ait dizelerle baş başayız. Bülent Ecevit’in ‘Pülümür’ün Yaşsız Kadını’ isimli şiiri yüzlerimizde hüzünlü bir tebessüm yaratıyor:
“Pülümür’ün bir dağ köyünde gördüm onu,
Yaşını sordum bir giz gibi güldü.
Kimi seksen dedi köylülerden, kimi yüz.
Yüzüne baktım bir giz gibi güldü…”
Bir başka duvarda yine hemşerilerine, Cemal Süreya’ ya yer vermişler:
“Özgürlüğün geldiği gün
O gün ölmek yasak!”
Belediye çalışanları ile kısa sohbetin ardından yeniden yollardayız. Urartular döneminde savunma amaçlı olarak yüksek kayalara oyulan, oda şeklinde yapıları görüyoruz. ‘Gelin odaları mağarası’ olarak biliniyorlar. Yine aynı döneme ait ‘Hanım Köprüsü’ ise onarım sonrası orijinalliğini yitirmiş görünüyor, hatta bu konuda açılan dava devam ediyormuş. Ancak, geri dönüşün olmayacağı bir gerçek.
Gezimizin belki en heyecanlı anlarından birindeyiz şimdi de; Koç başlı mezar taşları.
Akkoyunlular ve Karakoyunlular dönemindeki Türkmen geleneğine tanıklık eden, tepe üzerinde ya da köyün üst tarafında yüksekçe bir yerde bulunan bu mezar alanları; örf ve adetlerin yanı sıra dini ve mitolojik unsurları da sergiliyor. Kılıç, kalkan, bıçak, hayvan ve bitki figürleri bunlardan bazıları. Kayalardan oyularak tek parça halinde yapılan ve 200-300 kg ağırlığında olan bu heykeller mezarın hemen yan tarafında yer alıyor. Üzerlerinde bir yazı veya kime ait olduklarını gösterir bir bilgi yok. Bitlis’te bulunan ve UNESCO Dünya Kültür Mirası adayı olan Ahlat’daki Selçuklu mezar taşları ile şekil ve form olarak benzerlik gösterdiği bilinse de, aradaki en büyük farkın Ahlat’daki taşların üzerinde kitabeler bulunması olduğu söylenebilir.
Ancak 19. ve 20. yüzyılda Dersim yöresi mezar taşları da sembol ve tanıtıcı yazıları içermeye başlıyor. Pülümür, Kırmızıköprü bucağına bağlı Sağlamtaş (Çirik) Köyü’nün yakınındaki bu çok özel mezar taşlarını incelerken, otobüsümüzü görüp gelen iki hanım ve beyefendi ile tanışıyoruz. Rehberin anlatılarını dinleyip, İstanbul’dan geldiğimizi öğrenince güler yüzle bizi köylerinde misafir etmek istiyorlar. Anlatacakları belli ki çok şey var. Paylaşmaya devam etmek istiyorum onlarla. Ancak “gidecek daha çok yolumuz var” diyor rehberimiz ve tekliflerini nazikçe çeviriyoruz. Gönülsüzce kabul ediyorum olanları, yarım kalıyorum. Pülümür dışında; Hozat, Mazgirt, Pertek, Nazımiye, Ovacık’ta bu koç ya da koyun başlı mezar taşı örneklerine ev sahipliği yapıyor.
Toprak olabildiğince kırmızı, gökyüzü cam gibi mavi, güneş tüm neşesi ile üstümüzde, daha ne olsun. Kırmızıköprü, Ezel Cafe’de enfes yöre lezzetleri ile tanışıyoruz. Ayran aşı çorbası, kavurma, kavun, karpuz, üzüm ve dahası. Çalışan hanımlarla (biri emekli öğretmen) güzel bir sohbet ortamında yemeğimizi yiyoruz. Afişlerdeki gibi bizim de gönlümüz, Munzur’un özgür akmasından yana!
Yemek öncesinde, yolun karşısındaki sakin kahvede oturan iki yöre insanı ile selamlaşıp, çevreye ait sorularımın cevaplarını, onların sorunlarını hızla öğreniyorum. Yemeklerin geldiğini görünce, çay tekliflerini üzülerek “bir dahaki sefere” diyerek geri çeviriyorum. Belli ki daha anlatacakları çok şey vardı, yine yarım kalıyorum.
Dersimli olup, özgün yorumu ile yürekleri yakan bir sanatçı; Ahmet Aslan’ı dinliyorum kulaklığımdan:
“Yârim derdini ver bana
Dermanın olayım senin
Bülbül gibi cemaline
Aşığın olayım senin…”
Ya da bir başkası:
“Har içinde biten gonca güle minnet eylemem” sözleriyle başlayan her biri ayrı bir zenginlik taşıyan dizeler. 2014 de vizyona giren, sanatçının hem müziklerini yaptığı hem de rol aldığı ‘İyi Biri’ filminde söylediği eskimeyen bir ezgi kulaklarımda:
“Şu kanlı zalimin ettiği işler
Garip bülbül gibi beni zareyler
Yağmur gibi yağar taşlar başıma
Dostun bir fiskesi yaralar beni…”
Ağlayan Kayalar’ı fotoğraflamak için durduğumuzda, kadim topraklara karışan bir damla olduğumuzu biliyorum. Nazımiye’ye doğru yaklaşınca birbirimizi anlamaya ve sevgiye daha çok ihtiyacımız olduğunu da.
Kutu Deresi şimdilerde yaz aylarında plaj olarak kullanılan. Zümrüt yeşili suları ile çağırıyor beni, yan yanayız. Tüm sırlarını biliyorum artık diyorum, sen üzülme! Biraz da gel beni dinle…
Önce Ahmet Telli’nin senin için seçtiğim birkaç dizesi var diyorum:
“Acıya Alışılmaz
Hangi çığlık bir çığ gibi yarıyorsa gecenin gerilmiş karnını bu saatte,
Acı tükenip, bitmiştir orada artık.
Çırılçıplaktır tarihin bu sayfası…
Ve şimdi, acı bir gülüşle
Durup anlatıyorsam bütün bunları,
Duyulsun bir çığlığın dehşeti,
Acının hesabı sorulsun diyedir.”
Bölgede eski yıllarda çığ düşmesi sonucu yolların kapandığı, can kayıplarının olduğu da biliniyor. 20 tane çığ tüneli yapılmasının sebebi de bundan. Evliyalar, keramet sahipleri; Sultan Hıdır, Düzgün Baba, Şah Haydar gibi isimler saygı ile anılıyor.
Nazımiye’den Kamer Genç gibi renkli bir siyasi karakterin yetiştirdiğini öğreniyoruz. Biraz farklı figürlerle bezeli mezar taşı örneklerini burda da görüyoruz. Farklı zamanlarda, hakka yürüyenler yan yana şimdi, sonsuz huzur içinde. Yola çıktığımda yanımda kitaplarım olur, bazen fırsat bulamasam da okumaya bu bir alışkanlık artık. Onlar hep sırt çantamda. Elimdeki yayında, şimdi başka bir şairden yine eşsiz dizeler var. Pencereden izlerken geçip giden manzarayı, dökülüyor yollara tüm satırlar şimdi.
Arif Damar’ın Ölçü şiiri:
“Yüreğindeki sevgi, sonuna kadar mı?
Yoksa evine, akrabalarına kadar mı?
Taşar mı fakir sokaklara, taşmaz mı?
Yüreğindeki sevgi ırk kadar, din kadar mı?
Sarı mı, ak mı, kara mı?
Yüreğindeki sevgi, halk kadar, memleket kadar mı?
Uzanır mı beş kıtaya, uzanmaz mı?
Yüreğindeki sevgi, hey dost tariflere sığmaz mı?”
Ekim karı, zirveleri süslemiş. Büyük kütükleri taşıyan kamyonlar geçiyor yanımızdan yavaşça.
Rehberimiz; Keşiş, Munzur Dağları, Karasu, Fırat, Murat Nehirleri, geçitler, şelaleler, arı kovanları, balın ve yerel üretilen fasulye, nohudun tadından bahsediyor sıkça. Harçik, Pülümür Çayı’ndan geçerken bize eşlik eden köylere, çocuklara el sallıyoruz. Bazen çekinerek daha çok da gülerek cevap veriyorlar bizlere.
“Acılardan, arta kalan
İşte şu bakışlarmış.
Buğu diye gözlerimde,
Gün batımı, bulutlarmış…” Hasan Hüseyin Korkmazgil’ in dizeleri ile günün sonuna yaklaşıyoruz.
İlçe sınırlarının girişlerinde, beton bariyerlerle kontrol noktaları oluşturulmuş. Tüm vatandaşların emniyeti için güvenlik birimleri kontroller yapıyor. Nöbetteki askerlere çekinerek el sallayıp, onlar için iyi dileklerimizi sıralarken, onlar da çekingen bir tebessümle, başlarını hafifçe eğerek bizleri selamlıyorlar. Sonsuz ve sınırsız barış istiyorum tüm kalbimle. Yüreğimin yarısı o bariyerlerde artık, yine yeniden yarım kalıyorum…
Metin ve fotoğraflar: Dilek Mumcu Çağlar
22.11.2018