Sırtçantam Gezi ve Fotoğraf Kulübü’nün, Erfelek gezisini tamamlamıştık. Dönüş zamanı gelmişti. Muhteşem şelaleleri ile Erfelek hep aklımda kaldı. Guruptaki arkadaşlarımdan ayrı geldiğim bu yolculuktan yine ayrı dönecektim…
Erfelek’ten, Ayancık’a giden yolu kısa bir zaman önce keşfetmiştim. Batı Karadeniz’in sık orman dokulu coğrafyasında tepelerden denize kadar kıvrıla kıvrıla denize kadar uzanacak bir yol bekliyordu beni.
Tüm yaşantım boyunca zor coğrafyalar etkiledi beni. Zor olan, az gidilmiş olan, yüksekte olan yerler hala ilgimi çekiyor. Ve ben hala bu zor coğrafyalarda kendi keşfimi yaşamayı düşlüyorum.
Son üç gündür yağmur hiç durmamıştı. Yine tüm şiddeti ile yağıyordu. Yağmurun memleketinde ve yağmur zamanındaydım. Yine de ara sıra bir fotoğraf molası veriyordu. Düşünür Paul Morand “çekip gitmek, alışkanlıklara karşı kendi sürecini yaratmaktır” diye not düşmüş kitaplara. Her yola çıkışımda yolları hep adımlamaya hazır buldum. Mutlu bir kaçışın reçetesinin, aşkında kullanma kılavuzunun bulunmadığını bilenlerdenim. Bizleri yönlendiren duygularımızdır. Aynı duygularımız esirde edebiliyor bazen. Ama bir şeyi de çok iyi biliyorum: Ne kadar yolcu varsa, o kadar mutlu insan vardır. Dahası yaşam zaten sürekli bir yolculuk değil mi?
Yine yollardayım. Önüm-arkam, sağım-solum sonbahar olan bir coğrafyadayım. Yolcu ve yabancı olmanın lezzeti içinde yüzüyorum. Keşfetmekten zevk alan bir insan olarak yöre halkının onlarca kez geçtiği bir yolda, ben kendi keşfimi yaşıyorum. Maceracı olmak öncü olmak anlamına gelmez. Bir yörenin keşfedilmiş olması benim keşfimi etkilemez. Keşfetmek hep yeniden yemek yemek, çiftleşmek ve uyumak gibi tekrarlarımızdandır.
İlk keşfeden, fetheden gibi egoizmden uzak çok daha değişik duygular yüklemek gerek yolculuklara. Düşünürün dediği gibi ‘kendi evimin salonundan, mutfağa gidişimi yolculuk sananlardanım.’
Ama öyle yolculuklar var ki hiç bir şey öğretmezler. Salt bir şey öğrenmek için de yola çıkılmaz. Yolculuk hissi nedensiz başlar, sebepsiz biter. Bir dakika, bir saat, bir gün, bir hafta gibi kalıplara sığdırılamaz. Bazen yol biter, yolculuk bitmez. Modern dünyanın klasikleşmiş bir haftalık dinlence zamanlarında (ki çoğu yaz mevsimi) göbek çapı artar, düş gücü sıfırın altında kalır. Kaçımız yıllık dinlence iznimizi sonbaharın en tavan yaptığı zamana göre ayarlıyoruz. İlkbaharın ilk günlerinde kardelenlerin çıkışını görmek için Toroslara çıkıyoruz. Bizler değil miyiz bayram zamanlarına sığdırdığımız gezilerle toplu olarak gidip aynı kargaşa ile dönen.
Ben bu yolculuğunda kum saatimi sürekli ters çeviriyorum. Gittiğim mesafenin ve zamanın hiç önemi yok. Benim rüzgârgülüm hep dönüyor. Bir ilçeden, bir ilçeye duygu dünyamda devrimler yaratacak yeni döngülere yolcuyum. Batı Karadeniz’de çılgın bir sonbaharda yollarda olmak ‘suya düşmüş bir sünger’ kadar doygun ve ıslak olmak demek olduğunu öğrendim.
Meraklısına not: Bu tür yolculukların haritası, gezi rehberi olmaz. Tüm yeryüzü keşfedilmiş, iskân edilmiş, incelenmiş, belgelenmiş ve fotoğraflanmış olabilir. İnsanın kendine yolculuğunu kendinden başkası gerçekleştiremez ve hiç bir keşif insan insanın kendine yaptığı keşfin huzurunu vermez. Yepyeni bir diyarda, özgün bir yolculuk aramak yerine, her nerede ve nasıl olursa olsun kum saatini hep ters çevirip, rüzgârgülünü hep döndürmektir asıl olan.
Metin ve fotoğraflar: İsmail Şahinbaş
29.12.2010