Ülkemizde bir zamanlar bilinen bir gerçek vardı. Bu gerçek tüm dünya tarafından da biliniyordu: ‘Türkiye, kendi kendine yetebilen dünyada yedi ülkeden biridir.’ Türkiye sadece bir ülke değildir. Ülkemizin içerisinde bulunduğu Anadolu coğrafyası tüm renkleri, sesleri, kokuları ve dokuları ile bir kıtadır.
Geldiğimiz konum hiç de önemli değil. Eğer bir şeyi bir kez yapabiliyorsak yine yapabiliriz. Kimi ürünlerde dışa bağımlı olsak da, bazı ürünlerde dünyanın en büyük üreticilerinden birisiyiz. Öncelikle ülkemizin dünya coğrafyasında yerini ve özelliklerini tekrar etmemizde yarar var:
Dünyanın en güzel coğrafyası
‘Orta Kuşak’ta yer alan Türkiye doğal bitki örtüsü yönünden zengin bir ülkedir. Bu zenginliğin başlıca nedeni kısa mesafelerde değişen yerkabuğu düzeni ile buna bağlı olarak ortaya çıkan toprak özellikleri ve iklim şartlardaki farklılıklardır.
Türkiye kuzey yarımkürede yer aldığı için güneyden kuzeye gidildikçe iklim değişmektedir. Bitki örtüsü, tarım ürünleri ve toprak türleri çok çeşitlidir. Türkiye’nin kapsadığı coğrafyalarda, çeşitli iklim tiplerinde dört mevsim dengeli olarak yaşanmaktadır. Türkiye, ılıman kuşak ile subtropikal kuşak arasında yer almaktadır. Bu özelliği sayesinde ülkenin değişik iklim bölgeleri üzerinde farklı mevsimler aynı anda yaşanabilmektedir.
Dünyanın en güzel iklimi
Ülkemizdeki iklimleri sınıflandırılırken kesin sınırlar çizmek mümkün değildir. Karadeniz, Akdeniz ile birlikte karasal iklim tipi, ülkemizde etkili olan üç büyük iklim tipidir. Bu üç iklim tipleri arasında geçişler dereceli gerçekleşmektedir. Ülkemizin üç tarafının denizlerle çevrili olmasının yanında dağlar, derin vadiler, ovalar ve platolar Türkiye’nin coğrafyasını karakterize etmektedir.
Tüm bu doğal üstünlüklerimizi düşündüğümüzde ticari olarak kopyalanamayacak değerimizin doğal yapımız ve iklimimiz olduğu görülecektir. Ürettiklerimizin çeşitliliği, tüketim merkezlerine yakınlığı ve ulaşım imkanlarının kolaylığı bizi ön plana çıkarmaktadır.
Anadolu toprağı tarım toprağıdır
Ülke olarak güçlü olduğumuz tarım ürünlerini değerlendirecek olur isek ilk önce dünyada üretimde birinci olduğumuz fındık ile başlamamız gerekir. Dünyada Türk fındığı diye bir kavram var. Neredeyse fındık sadece Türkiye’de üretilir diye bilinse de dünya fındık üretiminin %60 civarında bir ihtiyacını karşılamaktayız. Bu alanda İtalya ve ABD bizden sonra gelmektedir.
Dünyada en çok bizim ürettiğimiz ürünlerin bir diğeri kirazdır. Kiraz üretiminde dünya ihtiyacının %20’si ülke topraklarından sağlamaktayız. Bizim ardımızdan en çok ABD ve İran kiraz üretmekte. Vişne üretiminde durum biraz daha farklı durumdayız. Bu alanda Rusya ve Ukrayna’nın ardında yer alıyoruz.
Yine dünyada çok ürettiğimiz ürünlerin başında kayısı gelmektedir. Kayısı üretiminde bizim ardımızda Özbekistan ve İran yer almaktadır. İncir üretiminde de yine dünyada ilk sırada yer almaktayız. Ülkemizin ardından Mısır ve Cezayir gelmektedir. Ayva üretiminde de dünyada ilk sırada yer alıyoruz. Ülkemizin ardından Çin ve Özbekistan gelmektedir.
Türkiye karpuz üretiminde dünya da ikinci sırada yer almaktadır. Bizi bu alanda Çin Halk Cumhuriyeti geçmektedir. Güçlü olduğumuz tarımsal ürünlerden biri de Antep fıstığıdır. Ülkemiz bu alanda İran ve ABD’nin ardından üçüncü sırada yer almaktadır.
Yeniden yerli malı
Yeniden Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi yerli malı üretimine odaklanmalıyız. Pek tabii ki ürettiklerimizi tüketmeliyiz. Tüm bunları yaparken köylerin yeniden üretime katılması gereklidir. Ülke kalkınması yerelden başlar. Çünkü Anadolu’da her köy bir fabrikadır. Her köy bir fabrika olmanın yanında ayrıca üreten her köy bir kooperatif olmalıdır.
Yeniden yerellik
Şimdi yeniden dönelim Avrupa Birliği’ne. Birlik dünya üzerinde örneği görülmemiş uluslar üstü bir kuruluştur. Avrupa Birliği’nin bugünkü geldiği durumu değerlendirmeden önce, 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa devletlerinin ve devlet adamlarının çizmiş oldukları hedeflerin tamamının gerçekleşmiş olduğunu görüyoruz. Avrupa 2. Dünya Savaşı’nı bitirmişken biz hala 1. Dünya Savaşı’nın bize dayattığı sorunlar ile uğraşıyoruz. 2. Dünya Savaşı’na doğrudan katılmayan bir ülke olarak bir emperyal sarmalın içerisindeyiz.
Avrupa Birliği’nin Maastricht Antlaşması’nda yer alan ‘Yerellik’ ilkesini değerlendirmeden önce ilk olarak1972 Stockholm Konferansı’nı incelememiz gereklidir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, 1984 Rio Konferansı ve Deklarasyonu ve1996 Habitat II İstanbul Kent Zirvesi gibi çevre sorunları ve yerleşim ve yönetim açılarından ele alınan oluşumları da göz önüne alarak değerlendirmek gereklidir.
Metin ve fotoğraflar: İsmail Şahinbaş