‘Yerellik’ veya ‘Subsidiarite’ Avrupa Birliği uygulamalarında Maastrick Antlaşması’nda yetki ve sorumluluklar paylaşımının nasıl olacağını belirleyen bir ilkedir. Amaç, Avrupa Birliği’nin ekonomik oluşumundan siyasal oluşumuna evrileceği dönemde merkez yönetimi ile taşra yönetimi arasında yetki bölüşümünün rasyonel düzenlemesini sağlamaktır. Yerellik ilkesi; aynı zamanda merkezi yönetim yerine yerel yönetimlerin ön plana çıkması anlamına da gelmektedir.
Yerellik ilkesinin öngördüklerine bakacak olursak ilk olarak yerel yönetimin yetkilerini korumanın temel amaç olduğunu görüyoruz. Birlik, Avrupa Birleşik Devletleri olduğu zaman bu ilkeler uygulanacaktır. Ancak dikkat edilmesi gereken konu Avrupa Birliği bir devletler topluluğudur. İçerisinde olduğumuz hem doğal hem de kültürel coğrafya içerisinde büyük değişimler olacakken, ülke olarak bu ilkelerin ışında, yerel teşkilatları nasıl güçlendirmez gerektiğini düşünmemiz gerekiyor.
Değişime ayak uydurmak
Bu ilkeden yola çıkarak yerel seçimler yaklaşırken belediye yönetimlerinin uygulaması gereken planlamaların nasıl olması gerektiği ortaya koymamız da gerekiyor. Unutulmaması gereken konu; değişime ayak uyduramayan toplumlar yok olmaya mahkûmdur.
Güçlü yerel yönetimler
Güçlü yerel yönetimler bir ülkenin bölünmez bütünlüğünün teminatıdır. Aynı zamanda güçlü yerel yönetimler sürdürülebilir kalkınma hareketinin temelini oluşturur. Neden yerellik önemlidir sorusuna en güzel cevap; iletişim ve ulaşım teknolojisin gelişimi küreselleşme mekanizmasını, küresel olgu ekonomik anlamda etkinliğini, siyasi alanda da güçlendirmesidir. Şimdilerde ise sosyo-kültürel alanda yıkıcı etkilere yol açacak boyuta gelmesidir.
Örümcek ağında yaşam
Küreselleşme örümcek ağında yaşamdır. Bu ağ içerisinde nasıl yaşayacağımızı öğrenmemiz gerekiyor. Günümüzde küreselleşmenin olumlu ve olumsuz pek çok olgu barındırdığı ortadadır. En net olan konu toplumlar arasında gelişmişlik farkının artmasıdır. Yani bir taraf zengin olurken diğer taraf fakirleşmektedir. Kötü olan da fakirleşenin, fakirleştiğini fark edememesidir. Dünyanın bütünleşik tek pazar olması emperyallerin işine gelmektedir.
Global konjonktür
Küreleleşmenin olumsuz yönlerini anlatmaya çalışırken Avrupa Birliği’nin aldığı yerellik kararını birlikte düşünmek gerekiyor. 1980’lerde dünya değişti. Gelişen ve değişen iletişim ve ulaşım beraberinde yeni kavramlar ve olgular getirdi. Geçmişin kapalı ekonomik yapısı ile ülke ekonomisini ayakta tutamayız. Yapmamız gereken konu yereli koruyarak örmcek ağı içerisinde yaşamayı becerebilmek. Küreselleşmenin yıkıcı etkisi ve Avrupa Birliği’nin ‘Yerellik’ ilkeleri düşünülerek yeniden yerli malı kullanımına dönmeliyiz. Peki neydi yerli malı?
Yeniden yerli malı
Yeri Malı Haftası (12-18 Aralık), I. Dünya Savaşı sonrasında ekonomik darboğazı açmak için toplumsal bilincin oluşması için toplumcu bir hareketti. Ülkemizdeki tüm okullarda çocuklarımız yerli üretim ile elde edilmiş ürünleri kullanılması önemini işlediler. Yerli Malı Haftası kutlamalarına şimdi daha çok ihtiyaç var. Geçmişin kapalı ekonomik sisteminde ülkeye çok az dış ülkelerde üretilen mallar geliyordu. İstesekte yabancı bir ürünü kullanmak mümkün bile değildi. Oysa günümüzde durum tersine dönmüş. İstesekte yerli ürün bulamıyoruz. Geldiğimiz durum tam olarak budur.
İzmir İktisat Kongresi
Yerli Malı Haftası kutlamalarını anlatırken 17 Şubat ve 4 Mart 1923 tarihlerinde yapılan İzmir İktisat Kongreleri’ni de unutmamak lazım. Ulu Önder Mustafa Kemal başkanlığında toplanan kongrede hammadde üretimi ülke içesinde işlemek temel amaç olarak ortaya çıkmış. Devlet kurumlarının güçlendirilmesi dönemin şartlarında doğru bir hareket olarak görülebilir. Dünyanın geldiği ekonomik durumda, bu durumu devlet ve özel girişim olarak dengelemek gereklidir. Ülke bağımsızlığını korumanın ilk yolu ekonomik bağımsızlıktır. Ülke olarak bağımsızlığımız için de tarım ve hayvancılığın dünya şartlarına göre güçlendirilmesinden geçmektedir.
Kalkınma yerelde başlar
Daha önce kaleme almış olduğum ‘Her Köy Bir Fabrikadır’ yazımda öngördüğüm fikilerimden biri olan kalkınmanın taşradan başlatılması tezimi yinelemek istiyorum. İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlardan biri de küçük atölyelerin sürüdürülebilir üretim içerisine alınması gerekliliği ve sürecin büyük ölçeğe evrilmesi gerekliliği idi.
İzmir İktisat Kongresi’nin ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 12 Aralık 1929 tarihinde ulusal ekonominin korunması üzerine yaptığı konuşmanın ardından 12-18 Aralık tarihleri arasında ‘Yerli Malı Haftası’ kutlanmaya başlanmıştır. 1946 yılında Yerli Malı Haftası olarak adlandırılan bu süreç, 1983’te bugünkü adını aldı ve Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası olarak literatüre geçit.
Tükenen doğal kaynaklar
Yerli Malı Haftası kutlamalarının güzel taraflarının bir de yerli malı kullanmanın dışında israf etmenin yanlışları öğretiliyordu. Tutumlu olmak sadece yiyecek ve içecekle alakalı bir durum değildir. Gelinen durum; dünya kaynaklarının da enerji elde edilme sürecinde yanlış politikalar neticesinde tükeniyor oluşudur. Durgun suya düşen bir damlayı düşünelim. Damla suya düşünce halkalar her yöne doğru genişleyerek artmaktadır. Büyüyen halkalar tüm göle kısa bir süre sonra hakim olur. Aynı şekilde doğanın bir tarafında değişen şartlar, dünyanın diğer taraflarına da etki etmektedir. Atmosfere salınan zehirli gazlar yayılarak dünyamız çevresini sarmaktadır. Dünyamıza gelen güneş ışığı atmosfere yayılan zehirli gazdan geçirgenlik sağlayamadığı için, ışık küreye zehirli gazın (karbondioksit, metan ve su buharı) etkisi ile ışık tutulmakta ve dolayısı ile dünyamız ısınmaktadır. Bu olay dünyaya seralardaki oluşan bir durum yaratmaktadır. Bu duruma sera etkisi denmektedir.
Bu sera etkisi iklimin değişmesini tetiklemekte. Değişen iklim sönen bir balonun havada gidişi gibi dünyanın hiç beklenmedik yerlerinde değişen hava koşulları gösterip insanların ölümlerine kadar varan felaketler yaratmaktadır. Küreselleşmenin doğal kaynaklara negatif etkisi ciltler dolusu kitap olur.
Metin ve fotoğraflar: İsmail Şahinbaş