Doğa yürüyüşçülerinin, trekking tutkunlarının olmazsa olmaz bir adresi vardır: Sülüklügöl. İstanbul’dan en çok günübirlik tu düzenlenen yerlerden biridir. Mudurnu – Akyazı yolu üzerinde, Akyazı yakınlarındaki Dokurcun İlçesi’ne bağlı Akyokuşkavşağı Köyü’nde yer alan bir Milli Park alanı içindedir Sülüklügöl.
Bölgedeki Tabiatı Koruma Alanı’nda başka irili ufaklı göllerde vardır. Ama aralarında en büyüğü turkuvaz renkli Sülüklügöl’dür. 1.070 metre yükseklikteki göl yaklaşık 300 yıl önce heyelan sonucu meydana gelmiştir. Derinliği 25 metre olan gölün dibi balçıkla kaplı olduğundan gölde yüzmek yasaktır.
Sülüklügöl’e ilkbaharı müjdeleyen güneşli bir Şubat günü gittik. Akyazı – Mudurnu sapağından girip Kuzuluk Kaplıcaları üzerinden Dokurcun Beldesi’ne vardık, yola devam edince biraz ilerde Sülüklügöl tabelasıyla karşılaştık. Çam ağaçları arasında aracımızı park edip içerlere doğru yürümeye başladık. Göl kıyısına vardığımızda gözümüze ilk çarpan sular içinde yükselen 20 kadar direğe benzer yükseltilerdi. Bunların kemikleşmiş ağaçlar olduğunu öğrendik, kış güneşi altında pırıl pırıl parlıyorlardı. Sülüklügöl ismini içinde yaşayan sülüklerden almış. Eskiden tedavi amacıyla ziyaret edilirmiş. Ancak daha sonra göle yetiştirilmek üzere alabalık atılmış ve alabalıklarda sülüklerin neslini tüketmişler. Gölün etrafında tam bir tur atıyoruz, çevre çam ağaçlarıyla dolu.
Göl kıyısında Orman Bakanlığı’nın yaptırdığı korucu kulübesini görüyoruz, ancak boş, dahası tahrip edilmiş durumda. Rehberimiz son yıllarda devletin ekonomik kriz nedeniyle buraya korucu göndermediğini söylüyor. Zaten gölün ne kadar sahipsiz kaldığı etraftaki çöp yığınlarından, olur olmaz yerlerde ağaçların kesilip piknik alanına dönüştürülmesinden anlıyoruz. Sülüklügöl, ‘Sümüklü Göl’ olmuş diyor bir arkadaşımız. Acı acı gülüyoruz.
Göl turundan sonra yine sık bir ormanın içinden yukarıya Karabey Yaylası’na tırmanıyoruz. Burada pek çok ahşap ev var. Bunlar ilkbaharla birlikte sürüleriyle yaylaya çıkan köylülerin konakladıkları yerler. Henüz mevsim gelmediğinden hepsi boş. Yaylaya çıkanlar daha çok Göynük’ten geliyorlarmış, küçükbaş hayvanlarını otlatmak için. İlkbaharda yayların çok renkli olduğunu söylüyor daha önce gelmiş olanlar. Yayla henüz hayli sessiz ama bu sessizlik manzaranın tadına çok daha iyi varmamızı sağlıyor.
Aşağıda olağanüstü bir renkte göl çevrede göz alabildiğine yeşil tepeler… Çoğu hala karla kaplı… Burası Karadeniz ormanlarının İç Anadolu ile birleştikleri yermiş. Fotoğraf makineleri hemen çalışmaya başlıyor. Objektifler sonsuz bir açlıkla en güzel enstantaneleri kaydetmek için yarışıyorlar… Yanımızda getirdiğimiz yiyeceklerle güzel bir öğle yemeği için yaylanın ideal bir yer olduğuna karar veriyoruz. Sert bir rüzgâr yüzümüzü yakıyor ama keyfimizi hiç bir şey bozmuyor. Göle doğru inerken ormandaki ağaç zenginliği dikkatimizi çekiyor. Sadece bir çam ormanı değil etrafımızı çevreleyen yeşillik. Şimşir, meşe, ardıç, gürgen, kestane ve karaağaçlara da sık rastlıyoruz. Hongurdak Deresi’nin ufak bir şelale olarak göle akışını izliyoruz. 5 – 6 saat süren trekking turumuz bitmek üzere.
Göle veda ederken balık tutan köylüleri görüyoruz. Aslında köyde balık tutmak yasak! Ama kimin umurunda! Aslında bölgede ağaç kesmek de yasak! Kaç kişi bu yasağa uyuyor ki! Yasakların yasak olduğu bir yer olmuş Sülüklügöl. 10 yıl önce buraya gelmiş olanlar daha güzel olduğunu söylüyorlar, bizde bu gidişle on yıl sonra gelecek olanlara burayı ne yazık ki çok daha farklı anlatacağız. Otobüsümüz İstanbul’a doğru yola koyulurken arka sıralardan bir arkadaş Can Yücel’in ağaçlarla insanları bütünleştirdiği bir şiirini okuyor.
Ağaçları Kesmeyin!
Düş bir yaş dalından düşerse
Nereye düşer hiç düşündünüz mü?
Yerde bir iz kalmayacak mı izdüşüm?
Düşen yaş dalından düşünce
Gözlerinizdedir pınarı
Bir yaş bir daldan düşünce
Kökündedir yaşı
Bir yaş düşer bir daldan
Hepimizin ölen arkadaşı
Ve çok eskilere dair bir düşünce
Yazı: Ahmet Parman, Fotoğraflar: İsmail Şahinbaş
Sırtçantam 4. Sayı, Nisan 2005