Yakın bir arkadaşım vardı, uzun bir süredir görüşememiştik. Arkadaşımı yeni taşındığım evime davet etmiştim. Birlikte oturup eski anılardan ve bunca zaman neler yaptığımızı konuştuk, uzun uzun dertleştik. Kendisi çok hoş tatlı bir kadındı benden birkaç yaş büyüktü. Her zaman olaylara yaklaşımı olumluydu. Asla yargılayıcı ve negatif bir yönü yoktu.
Çaylarımızı tazelerken ve boşalan tabaklarımıza yeni kek dilimleri koyarken birden bana bir soru sordu: ”Yaşamayı seviyor musun?” İlk başta sorusunu ne amaçla sorduğunu anlayamadım ve cevap verdim. ”Evet, yaşamayı seviyorum. Yaşamak güzeldir. Sen yaşamayı seviyor musun“ dedim. “Yaşamayı seviyorum” dedi. “Sadece bu kadar mı? Biraz kısa bir cevap soruyu soran sendin iyi bir cevabın olması gerekirdi” dedim. Küçük bir kahkaha koydu ve bana bakıp gülümsedi. ”Benim için yeterli. Beklide sana bir gün yaşamayı neden sevdiğimi söylerim” dedi.
“Bu gün biraz tuhafsın“ dedim ve ikimizde gülmeye başladık. Bardağımızda ki son çayları yudumlarken saatine baktı ve artık gitmesi gerektiğini söyledi. Birlikte kapıya kadar gidip vedalaştık bir daha ki sefere beni kendi evine davet etti. Bende kabul ettim kapıdan uğurlayıp oturma odasına geçtim arkadaşımın oturduğu koltuktaki telefonunu gördüm. Koltuğun arasına sıkışmıştı hemen balkona çıkıp arkasından baktım seslendim ama duymadı hızlıca kapıya koşup merdivenlerden aşağıya indim. Apartmandan koşarak sokağa çıktım. Arkasından seslenirken tamda karşı kaldırıma geçiyordum ve arabayı fark etmedim arabada beni…
Fren sesini ve arkadaşımın adımı haykırışını hatırlıyorum gerisi karanlık bir hiçti. Kendime gelmeye başladığımda beyaz bir ışık gözlerimi rahatsız ediyordu. Gözlerimi kırpıştırıp sanki aylarca uyumuş gibi şiş ve ağır göz kapaklarımı açmaya çalıştım. Hastanede olduğu anlamıştım, ölmemiştim. Bütün vücudum çok ağır ve acı içindeydi kendimce vücudumu yokladım. Bacağım kırılmıştı, vücudumun belirli yerlerinde yapışık kablolar vardı. Parmaklarımı kolaylıkla hareket ettire biliyordum. Ama bacaklarımı hissetmiyordum. Bütün vücudum karıncalanıyor, her yerime iğneler batırılıyordu.
“Anne” diye bağırmak istedim ama başaramadım bütün kelimeler beynimde dönüyordu. Çığlık atıp, avazım çıktığı kadar bağırıp ağlamak istiyordum ama ağladıkça bütün ciğerlerim acıyordu, sanki hepsi parçalanmış gibiydi. Kapı açıldı ve içeriye bir kadınla doktor girdi. Kadını çok iyi tanıyordum. Benim arkadaşımdı yatağımın yanındaki sandalyeye oturdu ve elimi tuttu. Onunla konuşmak istiyordum ama yapamıyordum kelimeler ağzımdan çıkmadan parçalanıyordu sanki.
Bana baktı ve şöyle dedi: ”Sana yaşamayı seviyor musun demiştim. Sende bana yaşamanın güzel olduğunu söylemiştin, bense sana yaşamayı neden sevdiğimi zamanı gelince söyleyeceğim demiştim, bence zamanı geldi” dedi.
Elimi avucunun içine alıp dostça ve bütün sevgisiyle sıktı ve kulağıma eğilip fısıltıyla “Yaşamayı seviyorum çünkü yarını merak ediyorum. Eğer sende geleceği merak ediyorsan pes etmeyip yeniden başlaman gerekecek“ dedi. Evet, haklıydı yarını kimse bilemezdi. Yarın gelecekti ve geleceğin bize ne sürprizler getireceğini hiç kimse bilemezdi. Benimde yeniden başlamam gerekiyordu ve yarını gerçekten merak ediyordum…
Metin: Gönül Melisa Köylüoğlu, fotoğraf: İsmail Şahinbaş
25.07.2011