Yıllar önce üç arkadaş Adrasan’dan (Antalya) Musa Dağı’na çıkarken beş kişilik bir grupla karşılaştık. Grubun içinde iki Türk öğrenci de vardı. Bir süre Markiz Dağı’nı seyrederek sohbet ettik. Sonra ben Musa Dağı’na ilk defa çıktığımızı ve tepedeki antik Olympos antik kentini de yeni göreceğimiz söyleyerek, kentte yazıta rastladıkları taktirde bize haber vermelerini gruptaki arkadaşlardan rica ettik.
Bunun üzerine grupta bulunan Belçikalı turist, kenti daha önce gezdiğini ve orada bir yazıt gördüğünü söyledi. Şaşkınlıktan donakalmıştım. Kenti gezerken yazıtı bana da göstermişti. Bu olay beni çok etkilemişti. Çünkü Musa Dağı benim doğup büyüdüğüm ve şu an yaşadığım yere çok yakındı. Ben ki ortalama Türk vatandaşlarından daha fazla gezip gören biriydim. Buna rağmen Musa Dağı’nı atlamışım.
Yıllarca ülkemin değişik yörelerini gezip görmeye çalıştım. Birçok insan da tanıdım en çok dikkatimi çeken insanlarımızın çok yakınlarında bulunan gezilip görülebilen yerler bile görmemiş olmalarıdır. Elbette seyahat etmek, gezip görmek, insanların bütçeleriyle yakından ilgilidir. Ama ekonomik durumları iyi olan birçok insanında yaşadığı çevreye ve doğaya yabancı olduğunu dolayısıyla, ülkesini tanımadığını bilmekteyiz. Bu bir kültür sorunudur. Çünkü gezmek, görmek ve tanımak bir ‘gezi kültürü’dür.
Gezi kültürünün gelişmesi için insanların serüvenci ve gezginci yanlarının ortaya çıkarılması gerekmektedir. Daha da ötesi hayal kurup, yeni yerler keşfetmelerine yardımcı olunmalıdır. Bu da gezi dergileri ve televizyonlarda belgeseller yayımlamakla mümkündür. Ülkemiz insanının serüvenci, gezginci tarafı fazla gelişmemiş. Keşfetmeyi seven, heyecan dolu ve öğrenmeye istekli insanlarımızın sayısı çok az.
Keşke Evliya Çelebi gibi gezginlerimiz, Sadun Boro gibi serüvencilerimiz daha çok olsaydı. Eminim ki bugün ülkemizin durumu daha farklı olurdu. Bugüne kadar ilgili kurumların, turizmcilerin ve diğer sivil toplum kuruluşlarının ülkemizi tanıtmak için çeşitli faaliyetler yürüttüklerini ve ciddi kaynaklar ayırdıklarını bilmekteyiz. Ne var ki pek de başarılı olduğumuz söylenemez. Biz kendi ülkemizi tanıtabilecek kadar iyi tanımıyoruz. Ülkemizde faaliyet gösteren tüm doğa sporları ve dağcılık kulüplerinin, çevreci derneklerin, kültür gezileri düzenleyen turizmcilerin bu hususta sorumlulukları fazladır.
Gençlerimizin, ülkemizin sahip olduğu kültürel ve doğal zenginlikleri gezip, görüp iyi tanımaları gerekmektedir. Ama bu da yetmez. Gönül gözüyle bakmasını da bilmeliyiz. Doğa ile bütünleşen insanların toplum içinde uyumlu, paylaşımcı ve barıştan yana insanlar olduklarını da unutmamalıyız. Eğer bugüne kadar sırt çantamız olmadıysa mutlaka bir adet sırt çantası edinin ve içine gerekli malzemeleri koyarak yanı başınızda hazır bulundurun. Belki bir sabah sessizliğinde yeni bir maceraya adım atarsınız.
Sırtçantam 1. sayı, Ocak 2005