Türküler Yanmaktır

Bazen kavrulmaktır türküler, her yörede her dilde tutkuyla, öze varmaktır. Erzurum’dan seslenir ozan;

“Nasıl methedeyim sevdiğim seni?

İstanbul, Bursa’yı değer gözlerin…”

Aşımız, ekmeğimiz gibi besler. Çok kere soluksuzdur, bazen derin nefestir. Nasıl bir dile geliş ve ne berrak bir sitemdir katıksız;

“Ocağım söndü nasıl beladır,

Bırakıp gitti bu ne devrandır,

Dünya gözümde Kerbela’dır…”

İsyanlarımız, haykırışlarımız, gözyaşlarımız. Kore’ye giden ve hakla buluşan kınalı kuzusuna annesinin, asker oğluna söyleyişidir, sorumlu olanlara da sitemidir;

“Eledim eledim höllük eledim,

Aynalı beşikte yavrum, bebek beledim…”

Neşe ve hareket de vardır elbet sazımızda; ‘Coğrafyamız nasıl kaderimiz’ oluyor ise şelaleler gibi coşmuş, çağlamış türkülerimiz;

“Ağrı Dağı eteğinde, uçan güvercin olsam,

Başımdaki sevdayı karlı dağlara mı yazsam…”

Eşsiz türkülerimiz gibi eşsiz topraklarımızda Göbeklitepe, dünya tarihini yeniden yazıyorsa, Truva gibi katmanlı medeniyet perdeleri, güneşle yeniden buluşuyorsa, hep var olduysa Âdemoğlu ve Ademkızı mirasını devrederek…

Florası, faunası ile binlerce yıldır cennetken ve paylaşılamazken, Hattiler’den Frig’lere nice medeniyetleri doğururken, büyütürken bu topraklarda Roma’yı, Helen’i kendi sütüyle Anadolu… Türküsü, yankısı hep vardı dalgalarda, volkanlarda…

Bir yıldız olup yolumuzu aydınlatan  evrensel hazinelerimiz; Yunus, Mevlana-Şems-i Tebrizi, Hacı Bektaş gibi…

Sazı, sözü, nefesi ile Pir Sultan, Harabi, Aşık Veysel, Mahsuni, Neşet Ertaş ve daha nice ozanlarımız…

İnsan olarak doğmanın değil ancak ‘İnsan olmaya gelmenin’ sırlarını vermeye, gören gözlere, ışık olmaya, hisseden yüreklere dokunmaya, gönüllere akmaya…

Yanmaya TÜRKÜLERLE devam edecekler…

Deniz Can          

21.04.2015