Güzel olan her şeyi kanla tarif ederiz. “Kan kırmızı güller” gibi. Dostumuza bağlılığımızı anlatırken, “İki elim kanda olsa gelirim” deriz. Elimin kanda işi ne acaba? Kanı kanla yumaya kalkarız. Yaz sıcağında kestiğimiz karpuz güzelse eğer, “Gül gibi” değil, “Kan kırmızıdır.”
Bizim bu kanla derdimiz nedir bu kadar? O nedenle mi hemen linç etmeye koşturuyoruz dersiniz? Her şeyi kanla tarif etmek bizi düşündürmeli mi?
Gelin oluruz telli duvaklı, mutluluk düşleriyle sarhoş. Yine karşımıza kan çıkar. Hatta o denli ileri gidilir ki, kan görmezse damat, boşayıverir. Yargıtay’a dek gitsen de, kurtulamazsın. Onlar da kan ister senden. Ondan mıdır belimize bağlanan kırmızı kuşak? Kurbanlık koçların kurdelesi gibi.
Bayrağımızın rengini de kanla tarif ederiz. Kan bizi neden ürkütmez? Öldürmekle eş değil mi kan? Ölümü çağrıştırmaz mı çoğu zaman?
Kan deyince yeni yasayı çağrıştırdı. Çalışan kadınların regl döneminde beş güne dek alabilecekleri izin yasası. 2003 tarihli ağır ve tehlikeli işler yönetmeliği, dokuma, tekstil işlerini de kapsıyor. Bir ocaktan itibaren yürürlüğe giren bu yönetmelik, kadınların her ay beş gün izin alma hakkını sunuyor. Sendikalar savunuyor, patronlar endişeli. Kadınların bu izinlere başvurmasından kaygılılar. Aslında bu yönetmelik 36 yıldır varmış, bir gazetenin yazdığına göre. Ama şimdiye dek kadınlar hiç başvurmamışlar.
Aslına bakarsanız ben de endişeliyim. Çünkü “Çocuk doğurur, süt izni ister, çocuğu hasta olur” bahaneleriyle, kadınları işe almak istemeyen, alırsa da “Çocuk doğurmaması” koşuluyla alan bir sistem var. Kadınlar zaten bu anlamda zor durumdalar. Hal böyleyken, kalkıp da “Regl iznini” nasıl kullansın? Ben bu yasanın kadınların aleyhine kullanılacağından çoook endişeliyim.
En iyisi biz bu kan sevdasından vazgeçelim. Kırmızıyı kana değil, güle benzeterek sevelim, siz ne dersiniz?