Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından 1993 tarihinde alınan bir karar ile 22 Mart tarihi ‘Dünya Su Günü’ olarak kabul edilmiş olup, tüm dünyada çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır.
Su yaşamın vazgeçilemez unsurudur. Yeterli ve güvenli suyun olmadığı koşullarda tarımsal üretimin yeterliliğinden, gıda arzından, insan yaşamından ve doğal hayatın sürdürülebilirliğinden söz etmek mümkün değildir.
Dünyanın % 75’i suyla kaplı olmasına rağmen, insan tüketimi için uygun su miktarı sınırlıdır. Suların yaklaşık % 97’si okyanus ve denizlerde toplanmış olan tuzlu su iken, % 3‘lük kısmı tatlı sudur. Tatlı suların % 0.04’ünü, ulaşılması en kolay tatlı su kaynakları olan göllerde ve nehirlerdeki yüzey suları oluşturmaktadır.
Dünyada içilebilir su kaynaklarının korunması ve sağlıklı suya erişimin kolaylaştırılması amacıyla bir çeşit sivil toplum kuruluşu olarak 1996’da kurulan Dünya Su Konseyi (WWC) gibi uluslararası örgütlerin de dâhil olduğu kurum ve kuruluşlar eliyle suyun hızla ticarete konu edildiği ve metalaştırıldığı bir süreç başlamıştır. Ve yine Dünya ölçeğinde bu konuda hükümet politikaları oluşturulmasına ve kamuoyu yaratılmasına çalışılmaktadır.
Su zengini olmayan ülkemizin toplam su rezervinin 112 milyar m3 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu miktarın 46 milyar m3’ü projelendirilmiş olup, 34 milyar m3’ü tarımda (% 74), 5 milyar m3’ü sanayide (% 11) ve 7 milyar m3’ü de içme-kullanma (% 15) amaçlı kullanılmaktadır.
Suyun bu amaçlar dışında ülkenin enerji ihtiyacının karşılanmasında kullanımı, çevreye duyarlı politikaların uygulanması önünde engel teşkil etmekte, doğaya telafisi güç ve imkânsız zararlar verilmektedir. Kısıtlı olan su kaynaklarımıza gereken önem verilmemekte, rant odaklı uygulamalar ve HES projeleriyle sularımızın önü kesilmekte, dünyayla koşut olarak ülkemizde de suyun ticarileştirilmesine ve metalaştırılmasına yönelik girişimler her geçen gün artmaktadır.
Bu kapsamda, enerji hammadde ithalatımızın toplam ithalat değerimizin % 23’üne karşılık gelecek büyüklükte olması ve artan enerji talebinin karşılanması amacıyla, akarsularımız üzerinde ÇED süreci dışında bırakılan kontrolsüz HES uygulamaları başlatılmıştır. Nehir ve derelerimiz olur olmadık yerlerde yapılan HES’ler nedeniyle kurumaya terk edilmiş, tarım ve doğal yaşam tehdit altına girmiştir.
Su kaynaklarının kısıtlı olması ve sulama altyapısının yetersizliği Türkiye’deki tarımsal üretimi mevsimsel yağışlara bağımlı hale getirmiştir. Geçtiğimiz sonbahar ve kış aylarında ise yağışların azalmasıyla ülke genelinde kurak bir dönem yaşanmıştır. Bunun sonucu olarak 2014 buğday rekoltesinde % 10’un üzerinde bir düşüş olacağı tahmin edilmektedir. Cumhuriyet tarihinin buğday üretim rekorunun kırıldığı 2013 yılında dahi ülkemizin ithal ettiği yaklaşık 4 milyon ton buğdaya 1,3 milyar dolar ödediği dikkate alındığında, kuraklığın ekonomi üzerindeki olumsuz etkisinin oldukça büyük olacağı açıktır.
Bu olumsuzluklar, tarımda su kullanımı ve sulama yatırımlarının yetersizliğini gündeme getirmektedir. Su kullanım politikaları belirlenirken sulama altyapı çalışmalarının zaman geçirmeden tamamlanması, su tasarrufu sağlayan sulama yöntemlerinin tercih edilmesi, sulama yöntemi seçilirken toprak ve iklim özellikleri ile uygun bitki deseninin dikkate alınması gereklidir.
Her insanın bir hak olarak, temiz ve yeterli suya erişimi sağlanmalı, toplumun gelir düzeyi düşük kesimlerinin bu hakkı kullanmaları önündeki engeller, geliştirilecek ekonomik ve sosyal politikalarla aşılmalıdır.
Gelecek nesiller için nehirlerimiz ve derelerimizi kurutan yanlış HES uygulamaları son bulmalıdır.
Suyu bir hak değil meta olarak gören, rant hesaplarının bir parçası yapmak isteyenlere asla izin vermeyeceğiz. Bu konuda Odamız kurumsal görev bilinci çerçevesinde sorunların çözümünde yer alan tüm kurum, kuruluş ve demokratik kitle örgütleri ile işbirliği içinde çalışmaya devam edecektir.
Su yaşamdır! Her canlının yaşam hakkı vardır! Yaşam ticarileştirilemez!
Kamuoyuna saygılarımızla duyurulur.
Özden Güngör (TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı)