Temmuz 2018, akşam ger çadırında sobayı yakarak uykuya dalmak, battaniyeye yaz ayında sıkıca sarılmak ne güzeldi. Sabah kuş sesleri ile serbest dolaşan onlarca güzel ata doğru minik adımlarla ürkütmeden yaklaşmak, göz alabildiğince uzayıp giden sonsuz gibi görünen bozkıra ve güneşe selam vermek inanılmazdı. Hele bir kartalı kolunuza almak ve kanatlarını her açışında hem korku hem heyecanla onunla bütünleşmek ve dahası. İşte hepsi bu rüyada, Mongolia’da…
Nihayet hedef göründü! Kartalın gölgesindeyim. Moğol ülkesindeyim. Göçebe atalarının mirasına sahip çıkan, çöl, orman, bozkır ve dağlarla çevrili enfes bir doğada yaşayan misafirperver ve nazik insanların yanındayım. Tapınakları, manastırları, göçebeliği yakından tanıyacağım, gökyüzündeki milyarlarca yıldıza kendimi en yakın hissedeceğim yerdeyim.
Hakkındaki belgeselleri, filmleri hep aynı heyecan ve merakla izlediğim büyülü coğrafya, Sibirya’yı aşıp geldim kollarına nihayet, hoş buldum. Ülkeyi araştırırken, görüntüler çarpıcıydı.
Kartal Avcısı Kız (The Eagle Huntress), Ağlayan Devenin Öyküsü (The Story of The Weepıng Camel ), Cengiz Han keyifle izlediğim filmlerden bazılarıydı. Gittiğimiz tarihlerde ünlü Naadam Festivali olacağından kültür turumuzdaki gezgin sayısı oldukça kalabalık. Acente güzel bir sürpriz yaparak, yalnız grubumuza ait özel bir uçuşla bizleri ülkenin başkenti Ulan Batur’a götürüyor. Uluslararası Cengiz Han Havaalanı’nda, yerel iki rehberimiz ile buluşuyoruz. Gezi boyunca sempatik yaklaşımları, güler yüzleri hiç eksik olmayan rehberlerimizden biri ile hâlâ iletişimimiz devam ediyor, çünkü kendisi ülkemizde üniversite eğitimi almış yüzlerce gönül dostundan biri; Buyanzul! İyi ki kesişti yollarımız, iyi ki varsın!
Dünyanın en kalabalık kentlerinden on birinci sırada olan İstanbul’da yaşayıp, yıpranmamak mümkün mü? Yüzölçümü neredeyse Türkiye’nin iki katı (1,5 milyon kilometrekare) olmasına rağmen, toplam 3 milyon nüfusa sahip bir ülkeye gitmek iyi geliyor hepimize. Kısa sürse de bir nefes almak ve hem de unutulmaz derin bir nefes almak hepimizin hakkı, zaten önemli olan yolda olmak değil mi?
Sosyolog dostlarımdan biri kentleri şöyle tanımlamıştı; “Farklılıkların, açık ya da örtük olarak süren arenasıdır. Kent; aynı zamanda bir çatışma, mücadele, gerilim alanıdır. Sadece bu değildir, ancak aynı zamanda budur.” İşte bu arenadan yaklaşık 8200 kilometre uzakta, 5 saat zaman farkındayım. Sadece bu mu? Coğrafi ve de tarihsel köklere yolculuğumun nihayete erdiği topraklardayım. Orta Asya’nın bağrındayım.
Şehir merkezinde Springs Hotel’de konaklayacağız. Valizler yerleştirilip başkent Ulan Batur’un merkez meydanında Cengiz Han heykeli önünde, Sukhbaatar Meydanı’nda soluğu alıyoruz.
Moğolistan halk devrimcilerinden biri olan ordu komutanı D. Sukhbaatar’ın (Kızıl Kahraman) başarısını ebedileştirmek amacıyla meydana onun ismi verilmiş. Yerli, yabancı turistler, evlenen çiftler, mezuniyet törenlerine katılan öğrenciler için vazgeçilmez bir fotoğraf mekânı burası.
Cengiz Han’ın devasa heykeli dile gelecek sanki! Vakit akşamı bulurken hatırlıyorum hikâyesini. Moğolistan’ ın kuzeydoğusunda olduğu düşünülen, şimdiye kadar yerli ya da yabancı tüm araştırmacılar tarafından anlatılara dayanarak en modern cihazlarla taranmasına rağmen mezarı bir türlü bulunmayan ya da bulunması halk tarafından da belki istenmeyen büyük imparator Cengiz Han!
Moğollarca hep sevilen, tarihte de çok defa kıyımlara neden olduğu için düşmanı da çok olan ve nefret edilen kurucu lider. Tarihin tozlu sayfalarında neler vardı? Merakla, heyecanla okumanın zamanı şimdi; Doğduğunda verilen ismi ile Temuçin’in (demirci manasına gelir), 1206 tarihinde Moğol Devleti yönetimini ele alması ile bir dizi sefer sonucunda ülke, imparatorluk niteliği kazanır. Cengiz Han lakabını bu nedenle alır. Orta Asya’daki dağınık kabileleri birleştirerek, askeri dehası ile tarihin, bitişik sınırlara sahip en büyük imparatorluğunun kurucusu olmuştur. Öyle ki, sınırlar Avrupa ve Asya’da geniş bir coğrafyaya yayılır. Oğulları bu sınırları genişletirler ancak her imparatorluk gibi onların da sonu gelir ve çok sayıda farklı küçük devlete bölünürler. Moğollar, 17. yüzyılda Çin egemenliğine girer. 1921’de Sovyetler Birliği’nin desteği ile bağımsızlığını elde eder. 1924’de Moğolistan Halk Cumhuriyeti ile komünist rejim kurulur (Uluslararası alanda bağımsızlığının tanınması 1945 yılını bulur). Gorbaçov perestroykası ile 1990 yılı sonrası çok partili sisteme geçilir.
Moğol topraklarında daha önce Hunlar, Cücenler, Göktürkler hâkimdir. Göktürk İmparatorluğu’nun ünlü hükümdarı Bilge Kağan dönemine ait Orhun Anıtları (Kül Tigin, Tonyukuk, Bilge Kağan en bilinen üç tanesidir) Türk dili, edebiyatı, tarih ve sanatı konusunda bilgi verir.
Ülkeye ait siyasi, sosyolojik, demografik, coğrafik bilgilerimi elimdeki kaynaklardan tazeliyorum. Üstelik yabancı kaynaklardan araştırıp gelen gezi dostlarım da var. Benim için bunları paylaşmak da ayrı bir keyif katıyor serüvenimize. Yerel rehberlerimize sorularımızın da ardı arkası kesilmiyor kaldığımız süre boyunca. Aynı heyecanla ve sabırla yanıtlıyorlar hepimizi hem araçta yol alırken hem de gezdiğimiz her mekânda.
Şu anki ülke tarihte dış Moğolistan olarak biliniyor. İç Moğolistan ise hâlâ Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde. Yaygın din Tibet Budizm’i olmasına karşın, nüfusun %40 kadarı kendisini herhangi bir dine mensup olarak görmüyor. Kentsel ve kırsal alanda kadının ağırlığı ve gücü tartışılmaz.
Ülke ekonomisinde en büyük pay tabi ki hayvancılık ve beraberinde madencilik. Hükümet gelirlerinin çoğu, bu doğal maden kaynakların %90 kadarının Çin’e yapılan ihracatı ile sağlanıyor. Petrol ve elektrik enerjisini ise çoğunlukla Rusya’dan alıyorlar onlara et ürünleri ve yün ihraç ediyorlar. Okullarında Rusça öğretiliyor ve bu ülke ile ilişkileri oldukça sıcak. Ülkede 10 bin Çinli yaşıyor ve inşaat sektöründe büyük yatırımlar yapıyorlar. Onlara pek sempati duydukları söylenemez. Ülkenin güneyindeki Gobi Çölü dışında, büyük bir coğrafya yayla görünümünde olup, ortalama yükseklik 1600 metre ve içinde çok sayıda dağ silsileleri içeriyor. Çok sayıda tuz gölü ve denize akışı olmayan nehirlerle sulandığı biliniyor. Nüfusun %80 kadarı Halka Moğolları, %5 Kazak Türkleri, %8 Moğollar geriye kalanı Çinliler, Ruslar ve Türklerden oluşuyor.
Ülkede ulaşım demiryolu ağı ile sağlanıyor. Her Moğol’un kendi yolu var. Bu yüzden başkent ve nadir bölgeler dışında ülkenin hiçbir yerinde asfalt yok. Umarım uzunca yıllar böyle gider. Ve eşsiz coğrafyası daha yıllarca korunur. Başkent Ulan Bator, komünizm etkisi altındayken dikdörtgen binalarla çevrili ‘Asya’nın Beyaz Prensesi’ olarak bilinirmiş. Sirk, opera, tiyatro, üniversite ve kütüphane binaları bulunurmuş. Ancak bizim gördüğümüz birbirinden çok farklı, belki modern görünümlü, ancak estetik ve uyumdan uzak yüzlerce binanın yükseldiği ve şehrin dev bir şantiyeye döndüğü hüzünlü bir manzaraydı. Umuyoruz, yıllar sonra bunun pişmanlığını yaşamasınlar.
Moğol hava sahasına girdiğimizde minik oyuncaklar gibi serpiştirilmiş ger çadırlarını (yurt) ve yüzlerce hayvanı bir arada görmek beni nasıl heyecanlandırmıştı. Sonsuz huzur ülkesi hayaliyle, listemdeki bu en uzak hedefe kilitlenmiştim sanki. İşte uçsuz bucaksız yaylaların çağrısı, sıradağların yankısı beni çağırdı. Kartalların gölgesinde olmak, rüzgârlarla yarışan atlarla yol almak, bir düşü daha gerçekten yaşamak, ötesi yok! En azından şimdilik böyle, şükürler olsun. Düz koyu saçları, çıkık elmacık kemikleri, ucu kalkık ve basık burunları, hafif çekik koyu renk gözleri, kısa boylu ve geniş yapıları ile benzer ancak hepsi eşsiz insanlar ülkesi. Hele de kırmızı elma yanakları ile şirinlikte birbiriyle yarışır bebek ve çocukları her fırsatta çaktırmadan fotoğraflamaya çalışıyoruz. Geleneksel kıyafetleri, ritüelleri, müzikal gösterileri hep anılarımızda olacak. Görselleri belki günlerce yakın çevremizle de paylaşacağız. Güneşi yılın 300 günü gören ancak toprağın genellikle donmuş olduğu bilinen tarımın çok kısıtlı olduğu bu coğrafyada daha ne gizemler saklı acaba? Yaşama dair, insana dair…
Mongolya’da yaşam
Yaklaşık 10 bin yıl önce Orta Asya göçebeleri, yabani atları medeniyetlerinin parçası haline getirerek, evcilleştirmişler. Onlar sadece binek araçları değil, yolculuk sırasındaki gerçek dostları olmuş. Sütleri ile beslenmişler, kuyruklarından ip yapımında faydalanmışlar. At başlı kemanların tellerini, atkuyruğundan yapmışlar. Moğollar bu çalgının sesinin kötü ruhları uzaklaştırdığına inanmış ve hemen her evde bulundurmuşlar. İşte bu nedenle, Moğolların uzun hava şarkıları insan ve doğa arasındaki uyumu hissettiriyor.
Ger çadırları, koca bir dünyayı içinde barındırıyor
Yüzyıllar önce göçebe yaşamda icat edilen ger (çadır ev) halen bir kentsel çevrede kurulur ve kullanılır. Yaşam maliyeti gerlerde düşüktür, sadece yaz aylarında da olsa çoğu Moğol, keçeden yapılmış bir gerde yaşamayı tercih eder. Moğol gelenek ve inançlarına göre evlerin çitlerle çevrilmesi özgürlüklerini, taşlarla inşa edilmesi doğayla bağlantılarını kaybetmelerine sebep olacaktır. Gerlerin kapıları mümkün olduğunca güneş alması için geleneksel olarak güneye bakar. Et, temel besin kaynağı ve en çok koyun tüketiliyor. Pirinç, un, patates, soğan da sıkça kullanılıyor.
Konukseverlikleriyle bilinen bu insanlar bizleri ger içinde mutlulukla ağırlarken sıcak sütlü çay ve kurutulmuş peynir ikram ediyorlar. Gezinin bazı bölgelerinde ise ulusal içecekleri ‘Airag’ denen fermente edilmiş kısrak sütünü de tadıyoruz.
Ülkeye ait ilginç bilgiler almaya devam ediyoruz rehberimiz Buyanzul’dan ancak elimdeki kaynaklar da onlarca soruyu cevaplamak için yardımcı oluyor. Ülkede nüfusun 14 katı at, 35 katı koyun var. Moğolca ‘Ruh’ anlamına gelen Takhi adındaki yabani atlar yeryüzünde kalmış son vahşi atlar. Çin’den sonraki en büyük yak (Tibet Sığırı) nüfusuna sahipler. Ve yine Çin’den sonra ikinci büyük ‘Kaşmir’ üreticisi durumundalar. İki hörgüçlü devenin ve kar leoparının anavatanı buralar. Ren geyikleri, vahşi develer ülkenin barındırdığı canlılar arasında. Paleoontologların yaptığı araştırmalarla birçok dinozor fosili ortaya çıkarılmış.
Ülkede her üç kişiden biri 18 yaşın altında ve Moğol çocukları 3 yaşına gelince ata bağlanarak at sürme öğretiliyor. Bunda sorumluluk anneye düşüyor. Cengiz Han, okuma yazma bilmemesine rağmen ilk Moğol yazı alfabesini hazırlatmış. Eski Türklere ait Gök Tengri inancına sahip olduğu ve yasalarına göre suyu kirletenin cezasının ölüm olduğu biliniyor.
Gezimizin bir kısmı başkentte otelde, bir kısmı ger kampında konaklayarak geçecek. Sıra dışı bir coğrafyada renkli yaşamların izini sürmeye devam edeceğim. Yolculuk hikâyeleri, anıtlar, milli parklar, festivaller, kum tepeleri, develerle seyahat, gece yıldızlarla dolu gökyüzünün inanılmaz görüntüsü ile büyülenmek hep bunlara dâhil. Kamp ateşi çevresinde dostların müzik ziyafeti de cabası!
Metin ve fotoğraflar: Deniz Can / Kartalın Gölgesinde -6
09.07.2018