Türkiye’den 25’in üzerinde sivil toplum kuruluşu, iklim müzakereleri öncesinde yetkilileri iklim değişikliği konusunda acil ve iddialı harekete geçmeye çağırdı.
Bu yıl Polonya’da düzenlenecek BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCCC) 24. Taraflar Konferansı (COP24), 2015 yılında imzalanan Paris Anlaşması’ndan sonra en kritik dönemeç olarak kabul ediliyor. Bu toplantıda Paris Anlaşması’nın uygulanmasına dair Kurallar Kitabı’na karar verilmesi ve ülkelerin 2020 yılında yürürlüğe girecek ulusal iklim taahhütlerini güncelleyerek küresel iklim değişikliğinin geri dönüşü olmayan seviyeye gelmesini engelleme hedefine uygun olarak daha iddialı hale getirmeyi kabul etmeleri bekleniyor.
24. Taraflar Konferansı, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) büyük ses getiren 1,5°C Derece Özel Raporu’ndan sadece 2 ay sonra gerçekleşiyor. Küresel karar alıcıların talebiyle hazırlanan rapor küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi dönemin 1,5°C derece üzerinde sınırlamak için gereken sorumluluğun niteliğini ve acilen daha iddialı iklim hedefleri belirleme gerekliliğini gözler önüne seriyor.
IPCC Özel Raporu küresel CO2 emisyonlarının 2030 yılına kadar yarıya inmesinin ve 2050’de sıfırlanmasının zorunlu olduğuna işaret ediyor. Aksi takdirde küresel ısınmanın 2030-2052 yılları arasında 1,5°C dereceyi geçmesi bekleniyor. Bu da gezegen üzerindeki yaşam için felaket demek.
Türkiye müzakere heyetinin COP24 için öncelikli konusu iklim finansmanı ve emisyon azaltımına daha fazla katkı vermesi beklenen gelişmiş ülkeler listesinden (EK1’den) çıkmak. Geçtiğimiz yıllardaki konferanslarda da dile getirilen bu talep bu sene konferans gündemine görüşülmek üzere resmi bir madde olarak eklendi.
Paris Anlaşması kapsamında gelişmiş ülkelerin finansal yardımı da yine devletlerin kendi belirledikleri taahhütlere dayanıyor. Türkiye’nin bir EK1 ülkesi olması diğer ülkelere iklim finansmanı konusunda zorunlu bir katkı vermesi gerektiği anlamına gelmiyor. Bu ekten çıkması da küresel ve özel bir iklim finansmanı fon havuzu olan Yeşil İklim Fonu’ndan beklediği finansmanı almasını garantilemeyecek.
Türkiye’nin BM İklim Zirvesi’ne Yeşil İklim Fonu ile sınırlı yaklaşmak yerine, iklim taahhütlerini iyileştirme kapsamında yaklaşmasının önemli olduğuna inanıyoruz. Yetkililerin Paris Anlaşması’nı TBMM’de onaylayarak ülkemizin anlaşmaya resmen taraf olması, fosil yakıtlara dayalı enerji politikalarını değiştirmesi, halihazırda en büyük faydalanıcılarından olduğu çok taraflı kalkınma bankaları, uluslararası yatırım bankaları ve finansal kuruluşların iklim finansmanı kredi ve hibelerine erişimin devamını da sağlayacaktır. Küresel eşitsizlikler konusunu pek çok bağlamda gündeme getiren Türkiye’nin, en yakıcı sorunlardan olan iklim adaleti konusunda ileri adım atması beklenir. Müzakere sürecinde yetkililerin, finansmana erişim dışında kuşaklar içi ve kuşaklar arası iklim adaletsizliklerine odaklanması ve gelişmekte olan bir ülke olarak sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir.
Paris Anlaşması’nın bir an önce etkin bir biçimde uygulamaya konması ve hızlı karbonsuzlaşma için acilen harekete geçilmesi, geri dönüşü olmayacak sosyal, ekonomik, kültürel ve yaşamsal kayıpları engelleyebilir. Türkiye ise bu konuda yapıcı, lider ülkelerden biri olma potansiyeline sahip olmasına rağmen sadece kendisinin EK1 ülkesi olma durumunu gündemde tutarak Paris Anlaşması’nı onaylamayı ve zayıf iklim hedeflerini güncellemeyi erteliyor. İklim değişikliği ile mücadelenin istihdam, teknoloji ve sağlık açısından diğer önemli faydalarını ve Türkiye’nin yenilenebilir enerji alanındaki güçlü potansiyelini düşündüğümüzde bu, yalnızca iklim için değil, Türkiye açısından da yanlış bir yol. Keza Türkiye bu yıl da Paris Anlaşması’nı onaylamayıp taraf olmadığı takdirde Paris Kurallar Kitabının kabulünü takiben artık uluslararası işbirliğinin bir tarafı olamayacak, müzakerelerde aktif bir şekilde yer almayacak ve yoluna sadece gözlemci olarak devam etmek zorunda kalacak.
Enerji dönüşümü tarih boyunca defalarca yaşandı ve ülkeler bu dönüşümün içinde ne kadar erken rol aldıysa o kadar gelişti. Türkiye kendini izole ederek bütün dünyanın ve mevcut finansman kaynaklarının hızla terk ettiği fosil yakıtlara esir olmamalı. Türkiye, sürecin dışında kalmak yerine yenilenebilir enerji potansiyelini ve hızlı gelişmekte olan, geç sanayileşmiş bir ülke olmanın avantajlarını kullanarak karbonsuz bir geleceğe adil geçiş için süreci yönlendiren bir aktör olmayı tercih etmeli.
İklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerden biri olan Akdeniz havzasında yer alan Türkiye’nin durumu iklim taahhüdüne iddialı emisyon azaltımı olarak yansımıyor. Paris Anlaşması öncesinde verdiği ulusal iklim değişikliğiyle mücadele beyanı dahilinde artıştan azaltım sağlama gibi bir hedefi olan Türkiye, 2030 yılına kadar sera gazı salımlarını mevcut düzeyinin iki katından fazla artırmayı hedefliyor.
Ortaya konan bu taahhüt, Türkiye’nin emisyonları için bir tavan hedefi belirlemek yerine yüksek karbonlu, enerji yoğun, kömüre ve diğer fosil yakıtlara dayalı ekonomik büyümede ısrar edeceğini gösteriyor.
Türkiye gibi yenilenebilir enerji potansiyeli yüksek bir ülkenin bir an önce Paris Anlaşması’nı onaylayarak gezegeni ve kendi vatandaşlarını kurtarmaya yönelik küresel çabalara etkin bir katılım göstermesi gerekiyor. Üstelik böyle bir dönüşümün sayısız faydası var.
NewClimate Institute (NCI) ile CAN Europe (Avrupa İklim Ağı) tarafından Türkiye İklim Ağı’nın desteği ile hazırlanan “İklim Hareketine Geçmenin Yan Faydaları: Türkiye İklim Taahhüdünün Değerlendirmesi Raporu” Paris Anlaşması’na uyumlu politikaların Türkiye için daha güçlü ekonomi anlamına geldiğini göstermişti. Raporda yapılan analiz, 1,5°C ve 2°C derece hedeflerine uygun bir şekilde, Türkiye’nin yüzde 100 yenilenebilir enerjiyi ve enerji verimliliğini önceliklendiren bir patikayı takip ettiği takdirde, fosil yakıtlara bağlı enerji ithalatından 23 milyar dolar tasarruf edebileceğini, 2030 yılına kadar hava kirliliğine bağlı toplam 35 bin ölümü engelleyebileceğini ve enerji sektöründe 64 bin yeni iş imkanı yaratabileceğini gösteriyor. Yapılan başka çalışmalar ise iklim değişikliği etkilerinin neden olacağı kayıp ve zararların mal olacağı insan hayatları ile ülke ekonomisine etkilerini ortaya koyuyor.
Türkiye’de iklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşları olarak, biz de yeni iklim rejimi içindeki aktörlerin doğru bir şekilde farklılaşması gerektiğine inanıyor, tarihsel sorumluluğu daha fazla olan ülkelerin daha hızlı ve iddialı bir şekilde iklim hareketine geçmesi gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye hükümeti de bu anlamda ekler sisteminin iyileştirilmesine dair yapıcı katkılar verebilir. Ancak halihazırda sanayileşme öncesi döneme kıyasla ortalama sıcaklıklar 1°C derecenin üzerinde artmış durumda. Ülkelerin 1,5°C derecelik artışın getireceği felaketleri önlemek için yarışması gerektiğini düşünüyoruz. Geri adım atmak için zamanımız kalmadı. Bu nedenle, Türkiye hükümetinin de ivedilikle Paris Anlaşmasını onaylayıp, iklim hedeflerini güçlendirerek küresel mücadelenin liderleri arasında yer almasını talep ediyoruz.
İmzacı kurumlar:
Adana Çevre ve Tüketiciyi Koruma Derneği (ÇETKO)
Adana Tabip Odası
Akdeniz Yeşilleri Derneği
Antakya Çevre Koruma Derneği
Avrupa İklim Eylem Ağı (Climate Action Network Europe)
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Çevre ve Arı Koruma Derneği (ÇARIK)
Doğa Koruma Merkezi (DKM)
Ekoloji Kolektifi Derneği
EUROSOLAR Türkiye Yenilenebilir Enerji Birliği
Foça Çevre ve Kültür Platformu (FOÇEP)
Foça Forum
Greenpeace
İskenderun Çevre Koruma Derneği
Kadıköyü Bilim Kültür ve Sanat Dostları Derneği (KADOS)
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği
Mersin Çevre Dostları Derneği
Sağlık ve Çevre Birliği (HEAL)
Tarsus Çevre Koruma Kültür ve Sanat Merkezi Derneği
Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP)
WWF-Türkiye
Yeryüzü Derneği
Yeşil Düşünce Derneği
Yeşilist
Yuva Derneği
350 Türkiye