Gün doğuyor, sabah oluyor, haftanın rutine binmiş günlerini yaşıyoruz. Sabah aynı saatte uyanıp, gideceğimiz yere aynı istikamette gidiyoruz. Aynı insanlarla vakit geçirip, günün sonunda aynıların yorgunluğuyla başımızı yastığa koyuyoruz. Ertesi sabah uyandığımızda yine rutin hayatımıza devam ediyoruz.
Hayat bundan mı ibarettir? Sıyrılmalı belki biraz bu durumdan, var olduğunu anlamalı insan; başka hayatların varlığını görünce…
O halde bir plan yapmalı. İnsanın içinde ‘git’ dürtüsü olmaya görsün. Neredeyse yemek-içmek gibi fizyolojik bir ihtiyaç meselesi olmuş bir kere. Yani öyle çok yıldızlı bir otelin lobisi ile başlamamalı bu gidiş. Bedenen yorul ama zihnen dinlenmiş gel. Özgürleş, keşfet, kaybol, çantanda sadece kıyafetlerin olmasın, dönüşte anıların da olsun, gerekirse pişman ol diyorum kendi kendime.
İyi, tamam ama neresi? İşte beni en çok zorlayan soru… Düşünüyorum, şıkları belirliyorum, şıkları eliyorum ve sonunda bir gece vakti kararımı veriyorum. Sanırım yolculuktan çok karar vermenin vermiş olduğu mutluluğu yaşıyorum.
Bu yolculuğu aklıma koyduğumdan beri acayip bir rahatlık var içimde. Sanki bahsedilen rota şehir içinde kısa bir taşıt yolculuğu gibi. Belki de nedeni uzun zamandır arayışta olmaktır ve bu seferlik bu arayışa ulaşmışımdır.
Sonrasında klasik süreç; başlıyorum yavaştan rota hakkında araştırmalar yapmaya.
Nasıl gidilir?
Ne yapılır?
Ne kadar sürer?
Sorular üstüne sorular…
Aslında hiç biri sorun değil. Yani bir kere bir şey yapmaya karar vermiş olmanın rahatlığı var üzerimde. Araştırıyorum ama öyle detaylı araştırma da yaptığım yok hani. Bir kaç kişiye bahsediyorum bu yolculuk planımdan. ’Aklını mı kaçırdın sen?’ tepkisiyle karşılaşıyorum ‘Hem de tek başına, olacak iş değil!’ Oysa ben ‘gitmek’ için fedakârlığa hazırım, vazgeçmek yok planda. Bir gün Haydarpaşa Tren İstasyonu’na gidiyorum ve gidiş biletimi alıyorum. İşte bu kadar… İkinci hamleyi de yapmış oldum böylelikle.
Hazırlıklar oldukça kolay. Fotoğraf makinesi, ekipmanlar epeyce yer kaplıyor çantamda. Dolaysı ile yanıma alacağım diğer eşyalar tam tersi azalıyor. İnsan bir hırka, iki t-shirt, bir kot pantolonunu idareli bir şekilde kullanmayı öğreniyor. Tabi olmazsa olmazlar kocaman bir paket karışık kuru yemiş, sandiviç ve market alış verişini de unutmuyorum.
Sonunda yolculuk zamanı geliyor. Aslına bakarsanız Doğu Ekspresi rotası İstanbul Haydarpaşa Tren İstasyonu’ndan başlayıp Kars Tren İstasyonu’nda biten bir rota. Fakat son dönemdeki Haydarpaşa restorasyonu nedeniyle tren artık Ankara Tren İstasyonu’ndan hareket ediyor. Bu habere pek sevindiğimi söyleyemeyeceğim. Buruk bir şekilde başlıyor yolculuk. Önce vakit kaybetmemek için Pendik Tren Garı’ndan kalkan hızlı tren ile Ankara’ya gidiyorum. Pratik ve hızlı. İstasyona geldiğimde Doğu Ekspresi Treni’nin kalkmasına vakit var. Bu süre içinde garda fotoğraf çekiyorum, gardaki Demiryolları Müzesi’ni geziyorum (Halka ücretsiz) ve TCDD’nin restoran- cafesinden yolculuk öncesi yemeğimi yiyorum. Lezzet ve fiyat açısından gayet makul bir işletme.
Tren kalkış saati gelip çatıyor. İstasyona dönüyorum. Trenin kalktığı bölüme geçiyorum. Daha önce hayatında doğru düzgün tren yolculuğu yapmamış bir insan için pullman, puşet, yataklı vagon gibi terimler biraz yabancı geliyor. Dolayısıyla istasyon çalışanından yardım istemek kaçınılmaz bir hal alıyor.
Sonunda 7 numaralı vagon 11 numaralı bölümdeyim. Kompartımanın bu kadar modern olması beni şaşırtıyor doğrusu. Yani Doğu Ekspresi denince insanın aklına hep körüklü eski tren gelir ya hep benimkisi de o hesap.
Yolculuk süresi 24 saat 29 dakika belirtildiği için dinlenmek açısından yataklı vagonu tercih etmek isabetli bir karar olmuş. Çantamı koyduktan sonra şöyle bir etrafa bakıyorum. Aslına bakılırsa konforlu bir yolculuk için herşey düşünülmüş. Kompartımanda mini buzdolabı, masa, yatak olabilen koltuk, eşya dolapı, lavabo bulunmakta. Kaldığınız yerin ısısını klimadan ayarlayabiliyorsunuz üstelik mini buzdolabının içinde çubuk kraker ve meyve suyu ikramları olmuş. Sıcak su akan lavabonuzda var daha ne olsun. Özellikler fazlasıyla lüks geldi o anda benim için.
Tren bunun dışında numarasız, pullman, örtülü kuşetli, restoran, bölümlerinden oluşmakta. Bu şekilde 7 vagon sıralanmış. Yolculuk 2.190 km. Tabi bir o kadar da dönüşü var. Başkentten başladığım Doğu Ekspresi ile Kars’a kadar uzanan yolculuğum Yozgat, Kırıkkale, Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum şehirlerini geçerek en son Kars Tren İstasyonu’nda sonlanacak.
Ve yolculuk başlıyor…
Benim dışımda herkes aşina trene. Öyle çok kalabalıkta değil tren. Yolcular gayet hazırlıklı gelmişler, oldukça fazla eşyaları var. Fotoğraf makinam ile bütün vagonları tek tek geziyorum. Bazı yolcular ile tanışıyorum, fotoğraflarını çekiyorum. Önce garipseyen gözler ile bakıyorlar bana sonrası alışıyoruz birbirimize.
Aslına bakarsanız Doğu Ekspresi yolculuğu ülkedeki en yavaş taşıt ulaşım türlerinden bir tanesi. Ucuz olmasına ucuz ama insanlar sadece bunun için tercih etmiyor bu treni. Bu yolculuk şekline, bu trene karşı sevgi duyuyorlar. Otobüs ile daha rahat olmaz mı diyorum en azından daha kısa zamanda ulaşırsın memlekete ama ‘seviyoruz’ diyorlar. Anlıyorum ki insanlar kadar yolculuklarının da ruhu var.
Yolculuğun ilk anlarından zaman çok hızlı geçti. Camdan bakıyorum gece zifiri karanlık. Ara ara köylerin, kasabaların arasından geçiyor tren. Sonrası yine karanlık. İnsanlar yavaştan dinlenme haline geçiyorlar. Kimi koltuğunda, kimi kompartımanında uyuyor. Şimdi ise geçtiğimiz şehirler de, gökyüzü de uykuya daldı. Bense bir tur daha dolaşıyorum vagonları, bu sefer kadrajda uykusundaki insanlar var. Kaldığım yere döndüğümde not defterimi çıkarıp bir şeyler karalıyorum, sonrası malum yorgunluğa yenik düşüp uykuya geçiyorum.
Sabah güneşin yüzüme yansıması ile uyanıyorum. Yeni sabahın güneşiyle başka bir şehirde uyanmak ne güzel hismiş. Pencereden izliyorum dışarıyı. O pencere bir anda sizin dünyaya açılan pencereniz oluyor. Anadolu topraklarının manzarası öyle uzanmış ki karşınıza; sanki sonu gelmeyecekmiş gibi duruyor. Yine vagonları dolaşıyorum, yolcular mütevazı kahvaltılarını ediyorlar. Gün oldukça güzel, gökyüzü berrak mavi. Yer yer internet bağlantısı olmuyor, telefon sinyali de gidiyor, nerede olduğumu ya istasyon tabelalarından ya da çalışan personelden öğreniyorum. Aslında hayattan bu kadar kopuk olmak hoşuma da gidiyor. Şehir hayatının gürültüsünden, iş ortamının stresinden ve insan kalabalığından uzakta bu vagonda yolculuk etmenin keyfi tarif edilemez. Arada restorandan kahve alıyorum; ya yazıyorum ya da kalkıp fotoğraf çekiyorum. Bir başka deyişle soyutlanmanın keyfini çıkarıyorum.
Dağlar, ovalar ve istasyonlardan geçiyoruz. Yerleşim yerlerine yakın bir yerden geçiyorsak yöre insanı ve mutlaka el sallıyor. Bende kayıtsız kalmıyorum, garip bir sevinç yaşanıyor nedense. Yani bunu yaşadığınız şehirde yapmış olsanız pek aklıselim karşılanmayacağı kesin.
Benim için bu yolculuğun amaçlarından bir tanesi de yolcuların portrelerini çekmek oluyor. Genelde spontane yakalamaya çalışıyorum. Pekte kolay olmuyor. Özellikler çocuklar ve yaşlılar samimi davranıyorlar. Sohbet sırasında bazı yolculardan takdir alıyorum, mutlu oluyorum. Yolculuk uzun olduğu için yolcuların birbirleriyle kaynaşması çok kolay oluyor. Bir bakıyorum insanlar birbirlerine yeniden görüşmek üzere birbirlerinin telefon numaralarını veriyorlar. Kısacası bu trende içten iletişim kurmamak imkânsız.
Bahsettiğim gibi yolculuk 1 gün 29 dakika olarak belirtilmişti ama illa ki rötar olacaktı. Bizimde rötarımız Erzurum’da gerçekleşti. Yol yapımı nedeniyle 4 saat gibi bir süre Erzurum Tren Garı’nda beklemek zorunda kaldı tren. Bu süre sonunda yeniden hareket ile Kars’a yol aldık. Kars Tren İstasyonu’na ayak bastığımda saat 23.00 civarı idi. Yalnız başına yola çıkanlar bilirler güvenli geceyi güvenli bir yerde geçirmek önceliktir ve genelde öğretmenevleri tercih edilir. Bende aynen o şekilde yapıyorum. Ulaşım için o saatte vesait yok. Taksi de epey bekliyorum gelen giden yok. Kars’ın kendine has garip bir ayazı var. Bir süre bekleyişin sonunda yürüyerek doğruca öğretmenevinin yolunu tutuyorum. Bu gibi durumlarda telefon navigasyonunun inanılmaz faydası oluyor zira sokakta danışacak birisini bulmakta pey kolay değil. Bu sırada Kars’ın meşhur caddelerinden geçiyorum. Şehir planlaması oldukça düzenli en azından şehir merkezi için diyebilirim planlama muntazam. 1,5 km sonunda kalacağım yere geliyorum. Dönüş biletini ya da rotanın nasıl olacağı henüz belli değildi. O sıra da belirliyorum TCDD’nin çağrı merkezinden biletimi alıyorum. Yarın sabah 7.45 treni ile yolculuk yeniden başlayacak. Ama önce biraz olsun uyumalı.
Ertesi sabah çok erken uyanıyorum. Açık bir börekçide kahvaltı ediyorum (O saatte hiç bir yer açık değil). Alelacele kahvaltı sonrası istasyona doğru yürüyorum. İlk yolculuğumda yanıma alacağım yiyecekler konusunda acemilik yaşamıştım. Bu sefer diyorum kendi kendime; marketten bolca yiyecek bir şeyler almalı. Fakat gördüm ki saat 7’de ne açık bir fırın ne bir pastane ne market var. Denk geldiğim bir kaç kişiye sorduğumda bugünün Pazar olduğunu söylediler. İyi de sabahın 7’sinde spot eşya dükkânı açık, gübre dükkânı açık (öyle bir dükkân varmış) ama açık market yok. Garipsedim doğrusu. Zar zorda olsa açık bir market buluyorum, alış veriş yapıp koşarak istasyona gidiyorum.
Trene binerken yine aynı personelleri görünce ‘ben geldimm’ diyorum. Tebessüm ile birlikte bir ‘hoş geldin’den sonra bu seferki yerime geçiyorum. Bu defa yalnız değilim. Sakine teyze var ama onu daha sonra anlatacağım.
Dönüşte yabancılık çekmiyorum. Yolcular dışında herkes, her şey aynı. Farklı bölümlerde yolculuk ediyorum. Bu sefer tren daha kalabalık ki bu benim için güzel bir haber. Hareket ediyoruz hemen. Pencereden gördüğüm kadarıyla hava oldukça güzel. Bu defa yeni yolcuların arasına katılıyorum. Tren yolculuklarının en güzel taraflarından bir tanesi paylaşım oluyor. Yolcular birbirleriyle yiyeceklerini olduğu kadar anılarını da paylaşıyorlar. Zaman zaman bende bu paylaşıma ortak oluyorum.
Sonunda kaldığım yere geçiyorum. Sakine Teyze tespihi elinde oturmuş camdan dışarıyı izliyor. Açıkçası yolculuğun bu kısmının oldukça sıkıcı geçeceğini düşünürken en keyifli anlardan bir tanesine dönüşüverdi. Sakine Teyze Kars’ta ikamet ediyor. Hacı diye hitap ettiği eşi ile yaşamakta, çocukları iş sebebiyle çeşitli şehirlere dağılmış. Şimdi ise kendisi Ankara’da ki kızının yanına gidiyor. Sürekli çantasından bir şeyler çıkarıp bana ikram ediyor. Buraya kadar her şey normal. Asıl kendisinden bahsetmemi sağlayan şey Sakine Teyze’nin dünyaya bakışı ve azmi. Zor bir hayat yaşamış Sakine Teyze, çoğu Anadolu kadını gibi. Ama şikâyet etmemiş 60’ından sonra okuma yazma öğrenmiş. Sonra Kur’an okumayı öğrenmiş, hacca gitmiş. Hiç bir şey için geç değil diyor. İnsanların kadına nasıl baktığından dem vuruyor ama kaderine boyun eğmemiş çocuklarını okutup iş sahibi etmiş, dik durmuş hayata karşı. Yani mektepli olmadan kendini geliştirmiş, kendince bilgiye ilme ulaşmış. Var olsun sizin gibi kadınlar.
Ara ara dolaşmaya çıkıyorum. Herkes kendi halinde. Küçük bir kız çocuğunun fotoğrafını çekiyorum ‘abla tarağın var mı diye soruyor’ fotoğrafta güzel çıkması için saçlarını taraması gerekiyormuş. O anda 3 gündür saçlarını taramayan kendimi düşünüyorum ve gülümsüyorum. Gün batmak üzere dışarıda mükemmel bir gün batımı var. Gece çöküyor yeniden uyku vakti. Sabah kalktığımda yanımda yiyecek hiç bir şeyin kalmadığını fark ediyorum. Sağ olsun yolculuk boyunca sürekli ikramlarda bulunan Sakine Teyze imdadıma yetişiyor. Tel peyniri, kete ve meyve suyu eşliğinde güzel bir kahvaltı ediyorum. Sakine Teyze oldukça hazırlıklı gelmiş.
Nihayet tren Ankara’ya geliyor. Sakine Teyze ile vedalaşıyoruz. Ve yollarımız ayrılıyor. Buradan yeniden bir kaç kare alıyorum. Garın alışık olduğu telaşa yaşanan. Şimdi farklı bir rotaya yönümü çeviriyorum.
Ama ondan önce söylemeliyim ki harika bir yolculuk serüveniydi. Kendi adıma serüven olarak tanımlıyorum. Yolculukta beni rahatsız edecek herhangi bir sorun ile karşılaşmadım. Hatta yolculuğa çıkmadan önce yanıma biber gazı bile almayı düşünen ben en ufak bir tehlike ile karşılaşmadım. Tren, söylenenin ve bahsedilenin aksine gayet modern ve temizdi. Bilet fiyatları gayet uygun. Personel son derece yardımsever. Çalışma şartları zor, aileden uzakta vakit geçiriyorlar genelde. Tek şikâyetleri bu oluyor konuştuğumuzda bunun dışında herkes halinden memnun.
Bu yolculukta, ne yol, ne sohbet hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Şimdi Ankara Tren Garı’nda bir bankta oturuyorum. Kendimce yolculuğun analizini yapıyorum. Evet, eskisi gibi buharlı trenler yok, zaman geçtikçe teknolojide ilerliyor ulaşım konforu artıyor. Ama karşımda garın en eski treni Doğu Ekspresi duruyor. Yıllara meydan okumuş bir dev gibi, Anadolu gibi…
Kendimce analizini yapıyorum yolculuğumun, bir sürü anı biriktirdim. İlk aklıma gelen cümle ise ‘iyi ki yapmışım’ oluyor.
Şairinde dediği gibi;
…
Çoğu zaman umuda yolculuk…
- asırda üçüncü sınıf mevki…
‘’ömrümüzün en uzun, en kısa, en çocuk ve en ihtiyar yolculuğu’’…
Memleket gibi tren
Memleket gibi ağır, asil ve yoksul…
(şiir – Yılmaz Erdoğan)
Yazı ve fotoğraflar: Ayşegül Aksoy