SEVGİ KUŞUN KANADINDA

Sevgi gözümün kökünde yavrucağım,

Sevgi kuşun kanadında.

Sevgi ne göğün yüzünde,

Sevgi ne yerin dibinde.

Sevgi başucunda…

Bir Hasret Gültekin türküsü. Dinlerken gözyaşlarınıza gem vurmayın, umudun coşkusunu da hissedin sınırsız bir inatla. Gökyüzünde bir yıldız şimdi O, hem dinleyip hem söyleyin beraberce. Tıpkı kuşlar gibi, özgürce.

Dağlarında çiçekler açan, altın güneşin sırmalar saçtığı, güzeller güzeli İzmir’e adım attığım andan itibaren içimde huzur, dudaklarımda tebessüm hiç eksik olmadı. Neden mi?

Özünde, doğanın ve onun parçası olarak insanın yıkımının nedeni olan, gözü dönmüş rekabet ve yalnızca kendini zenginleştirme hırsından bir süreliğine uzaklardayım.

Kıyı kenti ve 2009 yılında ülkenin ilk ‘Yavaş Şehri-Citta Slow’ olarak kalbimde yer eden Seferihisar’dayım. Harika doğal güzellikleri ve yerel ürünleri ile kaotik yaşam tarzından kaçanlara kucak açan bir nadide yuva orası.

Peki, sakin şehir nasıl olunur?

Küreselleşmenin kentler üzerindeki yıkıcılığına, sıradanlaştırılmasına, standartlaştırılmasına karşı gelmesi, yerel yemeklerine, zanaatlarına, esnafına, tarihi değerlerine, gelenek ve göreneklerine sahip çıkması ile tabi ki. Eski Orhanlı Köyü, Seferihisar’a bağlı dört köyden biri. Eşsiz bir okulu kucaklıyor tüm sevecenliği ile Doğa Okulu.

Öğrencisi, öğretmeni, sınavı ‘doğa’ olan bir sevgi ve barış yuvası. İstek ve heyecanla beklediğim bir başka etkinliğe sahne oluyor; Kuş okulu. Kanatlı uygarlıkları daha yakın tanımak ve Gediz Deltası’ndaki dünyalarını kısa süre de olsa gözlem fırsatı bulduğum eşsiz bir deneyim yaşayacağım.

Okulun felsefelerinden biri şöyle; kendini kaybedercesine büyük kodlarıyla hareket eden egemen kültürün ve düşünce biçimleri yerine, binlerce yıldır doğayla uyumun sırlarını taşıyan eski ve yeni kültürleri öğrenmeyi, işitmeyi, anımsamayı ve yaşamayı çabalamak. Tam da zamanında, fırtınanın ortasında sakin bir liman gibi adeta, tam benlik.

Doğa okulu nasıldır?

Dolaşan bulutlar, esen rüzgarlar, akan nehirler gibi, onları izleyen hayvanlar, kuşlar, ormanlar gibi sınırsızdır..okul doğanın kendisidir. Doğa aşktır…

26 Ocak sabahı ‘gerçek’ köy kahvaltısında bölgenin uzak ve yakınından gelen doğa dostlarıyla buluşup, tanışıyoruz. Kuşların edasını, duruş ve tavırlarını, seslerini tanımayı sunumlarla, oyunlarla öğrenip, köy çevresinde yaptığımız gezilerle inanılmaz güzel anlar yaşıyoruz. Gözlerimizi kapayıp sıcacık güneş ısıtırken tenimizi, kanatlı dostların birbirinden güzel şarkılarına kulak vermek, zeytin ormanı içinde meşe, badem, alıç ağaçlarıyla kucaklaşmak ve esen rüzgârları kollarımızda hissetmek inanılmaz keyiflendiriyor hepimizi. Ardından, dürbünler ve teleskoplarla yakın, daha yakın olmak onlara..heyecanla, hayranlıkla paylaşmak, önce sesini duyup sonra gözlediğimiz güzellikleri, çocuksu bir telaşla.

Yeşilin güzelliği ile harmanlanıp, dostlarla birlikte gün geçirmek, köyün keçileri, kedi ve köpekleriyle oynamak ve belki de ciğerlerin pek de alışık olmadığı mis gibi hava, yorgun bıraktı benim gibileri. Yıldızlar o kadar parlak ve yakındılar üstümüzde ; Küçük ayı, Büyük ayı takım yıldızları, Çoban yıldızı ve diğer milyarlarcası, parçası olduğunu unuttuğumuz evreni bir kez daha yansıttılar gözbebeklerimize..yakın, muhteşem tadına doyulmaz bir seyirdi bizimkisi.

Akşamları sobalı büyükçe bir salonda, sohbet ve eğitimler devam ederken büyük ve sevgi dolu bir aile ile sıcacık bir buluşma yaşadığımızın farkındaydık hepimiz. Sobada demlenen sade çay değil, yudumladığımız kadim bilgilerin demiydi. Anlatıları dinlerken, göz kapaklarımız kapanırken bazen, uyanıp yeniden bakarak birbirimize, gülüşlerimizdi bizi yeniden var eden. Matların üzerinde, uyku tulumlarımızın içine kıvrılıp yatarken gün içinde yaşadığım ve gördüklerimin sevgisini taşıyordum kalbimde.

Bir süredir köye yerleşen ya da yıllardır orda yaşayan tüm gönüllülerin en sevdiğim ortak yönü neydi diye düşündüğümde; limitsiz gülüşleri ve sakinlikleri olduğunu hatırlıyorum. İmece, ruhlarına sinmiş, köy halkı ile bütünleşmiş, giyimleri dâhil benzeşmiş. Birbirine sevdayla bakan, sarıp sarmalayan güzel çiftler, hep böyle kalın, çocuksu ve temiz, hep cana yakın.

Ferhat ile Şirin gibi. Ya da Kerem ile Aslı. Gerçekler unutuluyor çokça, efsaneler asla unutulmaz bu topraklarda…

Dileklerimi sıralıyorum; önce en yakın ağaçtayım, sonra çatılarda, köyün üstünde büyük daireler çiziyorum, kuşbakışı seyreyliyorum âlemi.

Okulun ustaları, çırakları, yamakları ve her daim öğrenmeye açık tüm dostları iyi ki varsınız ve hep var olun. Yaydığınız güzel enerji katlanarak büyüsün. Beni sardığı gibi kelebek etkisi ile yayılsın tüm ülkeye ışığınız. Kadim bilgiler süzülsün tüm çağlara.

Şimdi iniyorum yeryüzüne, aranızdayım. Kâh okulun önündeki minik havuzun başında kâh mini tiyatronun merdivenlerinde ya da zümrüt yeşili manzaranızı izlerken, yanınızdayım.

Ayrılma zamanı yaklaşıyor, çantalar toplanırken yavaş yavaş artık paylaşılan tecrübeler, anılar, sohbetler sona geliyor.

Son gün etkinliği ve gezisi, ne yazık ki beton yığınlarının yayılıp yaklaştığı hem Ramsar alanı olup korunması gereken, hem de doğal sit alanı olan Gediz Deltası’na.

Adı nehir tanrısı Hermos’tan gelen 400 kilometrelik bir yolculuğun sonunda 40 bin hektar alanı sulayan, Batı Anadolu’nun ikinci büyük nehri olan Gediz Nehri’nin iki milyon yıldır Akdeniz ile buluştuğu ve 286 kuş türünün yuvası olan güzelim havzaya misafiriz. Gerçek sahiplerini huzursuz etmeden, sakin ve olabildiğince sessiz, sulak alanları gözlüyoruz. Doğal bir hazine gözlerimizin önüne serilen, insanlığın hayranlık duyduğu ve kayıtlara geçirdiği eşsiz bir mücevher. Ümidim, bu masal diyarının hep mutlu sona ulaşması. Sağduyunun hâkim gelerek deltanın hep korunması.

Nesli tehlike altında olan ‘Tepeli Pelikanlara’ şarkılar söylüyorum ben şimdi. Flamingoların pembe kanatlarında kaybolup bazen danslarına tempo tutuyorum. Sakarmeke, Mahmuzlu kızkuşu, Yeşilbaş ördekler alıp gidiyor benden beni. Serçeler, Kırlangıçlar, Balıkçıllar, Karabataklar, Karabaş ve Gümüş martılar ve daha adını henüz bilmediğim binlerce kanatlı dostum dünya döndükçe hep var olun. Muhteşem dünyanıza el uzatan; konaklama, beslenme, üreme alanlarınızı tehdit eden tüm sorunlar sonsuza dek yok olsun diliyorum.

Ne mutlu ki dünyanıza konuk oldum. Kaf Dağı ya da Zümrüdü Anka masallarını yaşadım adeta.

İkilik kinini içinden atıp, özde bir insan olmaya gelenlerle tanıştım, bu yol hikâyemde.

“Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma, aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak” dememiş miydi? Nazım da. Özgürlüğe aşık tüm kuşlar gibi.

Bazen bülbüller ötmesin isteriz, şen değildir bağımız.

Bazen hasret yakar içimizi kor gibi,

Turnalarla, yâre selam söyleriz, karlı dağların ardına göndeririz..

Dertleşiriz, işte böyle türkülerimizde, şiirlerimizde, motiflerimizde yer veririz.

“Gitme turnam gitme, nerden gelirsen.

Sen nazlı canana benzersin turnam.

Her bakışta beni, mecnun edersin

Tabibe Lokmana benzersin turnam…”

Turnalar aşkına,

Doğa aşkına!

Metin: Deniz Can, fotoğtaf: İsmail Şahinbaş

11.02.2018