Televizyonda başbakan konuşuyordu: “Ülkemizde her şey tepetaklak oldu. İnsanlar mutsuz. Bu gece sabaha dek bu mutsuzluğa çareler aradık. Her şeyin ters gitmesinin nedenini sonunda bulduk. Bu ülkede sevgi kaybolmuş. Buna en kısa zamanda çare bulmalıyız diye düşündük. Bütün meclis üyeleri ile birlikte toplantı yaptık. Herkes birbirini dinledi. Bütün fikirler değerlendirildi. Bu geceki toplantıda kimse bağırmadı, küfür etmedi, birbirimize saygılı davrandık, hal böyle olunca çözümü de buluverdik.”
“Okullara ‘Sevgi’ dersi koyacağız. Canlı, cansız her varlığa sevgi duyulsun, herkes önce kendini değil, başkasını düşünerek hareket etsin diye. Sevgisiz yapılan her şeyin yavan olduğu sonucuna vardık. Bir de baktık, bu ders için kitabımız yok. Onu da düşündük. Bütün yazarlara çağrı yaptık. İsteyen sevgi dersinin kitabını yazsın. İçinden en güzelini seçeceğiz. Seçilmese bile her yazara emeğinin karşılığı ödenecek. Ayrıca yazarların rahatça yazabilmesi için istedikleri ortam sağlanacak.”
Bundan sonrasını ben kendim gözledim. Yazarlar ellerinde defter ve kalemlerini alarak odalarına çekildi. Bazıları da ormana, ya da deniz kıyısına koştu. Ormana gidenin kitabından kuş sesleri, deniz kıyısında yazanın sayfalarının arasından dalga sesleri duyuldu. Sonunda en güzel kitap seçildi. Her yazara emeğinin karşılığı ödendi.
Sevgi dersi hızla başladı. Öncelikle meclis üyeleri hızlandırılmış sevgi kursundan geçirildi. Sonunda sınav yapıldı, geçemeyenler kendiliğinden istifa etti. Bazılarının yüreği öyle kararmıştı ki, o bölgeler lazerle tedavi edilerek aydınlatıldı. Çünkü meclisten gitse bile toplumda zararlı olabilir diye. Meclis temizlendikten sonra, sıra topluma ve okullara geldi. Her mahallede sevgi seferberliği kursları açıldı. İlk günlerde biraz isteksiz olanlar, sonradan derse koşarak gidiyordu.
Dersler bitince, çiçekler kocaman açtılar. Güneş gülerek parladı. Yağmurlar usul usul yağdı. Kuşlar geri döndü. Bülbüller her mevsim şakıdı. Çocuklar ağlamayı unuttu. Şiddet, yolsuzluk, yoksulluk masallarda kaldı. Sokaklardan dilenciler kayboldu. Zengin – yoksul farkı öyle azaldı ki, artık insanlar paradan bile konuşmuyordu. Herkes istediği yerde tatil yapıyor, dinlenince işine gücüne dönüyordu. Yardımlaşma yaygındı. ‘Bir mum diğerini yakmak için kullanıldığında, hiçbir şey kaybetmez’ sözü dillerden düşmüyordu. Her mahallede okuma odaları açılmış, kitabını bitiren bir başkasına veriyor, ‘Sen de oku da üzerinde konuşalım’ diyordu.
Avrupa Birliği, Türkiye’yi üye yapmak için kapımızı aşındırıyor, ABD, ‘Türkiye ile ilişkilerimizi kesmeliyiz, yoksa bu sevgi salgını bizim ülkeye de bulaşır, başka ülkeleri sömürmemizi halk engeller’ diye, bizim borçların tümünü siliyordu. Başka ülkeler bizi örnek alıyor, sevgi dersinin kitaplarını bizim basmamızı istiyordu. Köylüler, kentten köye dönüyor, yarışır gibi tarlaları, bahçeleri ekiyordu. Kenttekiler tatil günlerinde köyleri ziyaret ediyor, oralarda dinlenmeyi seviyorlardı. Köylere de dinlenme evleri yapılıyordu.
Hastanelerde kuyruk yok olmuş, hastalıklar oldukça azalmıştı. Suç işleyen olmadığı için polisler durmadan uyukluyor, kendilerine uğraş yaratmaya çalışıyorlardı. Rahatça hobilerini yaşadıkları için yüzlerinden gülücük eksilmiyor, yolda ayağı kayanı bile kaldırmak için koşuyorlardı. Her evden inceden müzik sesi duyuluyor, kahkahalar savruluyordu. Dünya gazeteleri ‘Mutluluk ülkesi Türkiye’ diye yazıyordu. Türkiye’ye tatile gelebilmek için halklar sıradaydı. Bazıları da torpil aramaya, adam kayıracak birini bulmaya çalışıyor, eski günlerin davulunu çalıyor, ama eli boş dönüyordu. Dünya gözünü bize dikmişti.
Birden uyandım, ağzım kulaklarımda.
SEVGİ GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN…