1950’lerden bu yana, dünya topraklarının yarısının ekonomik kullanıma sokulmasıyla birlikte, binlerce bitki türü ve onlarca habitat kaybolmuş, sera gazı emisyonları yüzde 400 artmıştır. Sera gazlarının nasıl bir bela olduğunu sanırım burada tekrarlamak anlamsız olacaktır.
Ve diğer baş belaları
Sera gazlarının etkisiyle delik deşik olan ozon tabakasının kendisini toparlaması için geçmesi gereken süre, minimum 50 yıl! Bunun da ön koşulu, yeni sera gazı salımlarının kontrol altında tutulması!
CFC gibi ozon için zararlı olan bazı kimyasalların kullanımından tamamen vazgeçmek gerekiyor. Karbodioksit’in açığa çıkmasının önlenmesi ise, otomobiller ve fosil yakıt kullanımı nedeniyle neredeyse imkânsız! Su buharlaşmasını da önleyemeyeceğimize göre, bir süre daha yırtık ozonla idare edeceğimiz kaçınılmaz. Küresel ısınmanın en önemli nedenlerinden birisinin de, ozon tabakasındaki devasa delik olduğunu söylersek, bunun ne anlama geldiği daha iyi anlaşılabilir.
Türkiye’de orman yangınları istatistiklerinin tutulmasına, 1937 yılında başlanıyor. O günden bu güne, neredeyse İstanbul ilinin yüzölçümünün 4 katı ormanlık alan, yangınlarla yok olmuş durumda. Ormanların yok oluşunda orman yangınları kadar, arazi kullanımındaki yanlış politikalar, tarla açma, kaçak konut yaparak yapılaşma, imara açma gibi birçok faktör var.
Orman bakanlığı verilerine göre, Türkiye son yıllarda orman alanlarını ve ağaç miktarlarını artırmış gibi görünüyorsa da, görünen köy kılavuz istemiyor. Yeşil Bursa’nın beton grisine döndüğünü, İstanbul’un ormanlarının ve bitkilerinin neredeyse tarihe karıştığını, uzun Anadolu yolculuklarında yol boyu uzanan yeşilliklerin giderek ‘yeşilimsi’ olduğunu herkes görüyor, biliyor! Devlet ormanlarının zirvelerine kadar uzanan villalar, siteler, kaçak konutlar; fındık bahçelerine dönüşen kestane ve gürgen ormanları gizli saklı bir şey değil!
Bir beldeye uzun sayılmayacak bir süre gitmeyince dahi, o beldenin betonlaştığını, yeşil örtüsünü kaybettiğini görebiliyorsunuz. İşin tuhafı, yasalara, çevre ve orman mevzuatlarının koruyucu şemsiyesine, düzinelerle kamu kurum ve kuruluşunun koruyucu gücüne rağmen yaşanıyor bu olumsuz gelişmeler!
Global bilimsel araştırmalar, küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin önüne geçilebilmesi için, tüm şehir ve beldelerin, tarım dışı arazilerin yeşillendirilmesi gerektiğini söylüyor. ‘Yeşil Şehirler’ kavramı, bu gerçeklikten doğan bir kavram. Dünyada bu konuda ciddi çalışmalar yapılıyor. Türkiye’nin ise bu konuda bir politikası olup olmadığını bilmiyoruz!
Dünya çevre günü (!)
Birleşmiş Milletler Örgütü’nün 1972 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlediği Çevre Konferansında, 5 Haziran tarihinin tüm dünyada Dünya Çevre Günü olarak kutlanması, katılımcı ülkelerin onayıyla kabul edilmişti. İşte, böylesi felaket haberleri ve beklentileri gölgesinde, 2011 yılının 5 Haziran günü de, Dünya Çevre Günü olarak hem ülkemizde, hem de tüm dünyada, şaka gibi kutlandı!
Tüm üyelerimizin ve herkesin yeni yılını içtenlikle kutlar, ilerleyen yıllarda tertemiz ve yemyeşil bir dünyaya merhaba demek umuduyla ‘nice mutlu yıllar’ dileriz…
(Çevre Misyonu Platformu / ÇEVREM), fotoğraf: İsmail Şahinbaş