Kars Sarıkamış, bir yandan boz ayılarının zenginliği gibi dikkat çekici bir doğal yaşama sahip oluşu (National Geographic’in Boz Ayının İzinde: Sarıkamış belgeseli buna dair izlenesi, güzel bir örnek), bir yandan yazın yeşilin farklı tonlarına, kışın ise beyazın can alıcılığına bezenen çam ağaçları ile kaplı oluşu ve tabii ki bir yandan da Allahuekber Dağları’nda donarak yaşamını yitiren on binlerce vatan evladının hüznünü taşıyışı ile pek çok açıdan önemli ve keşfedilesi bir coğrafya…
Sarıkamış’ın bu doğal zenginliği ve tarihi öneminin yanı sıra detaylarında bir yerlerde gizlenmiş olan ilginç bir hikâyeye uzanıp giden, hala tam olarak aydınlatılmamış (yani hayalet niteliğinde) dikkat çekici bir yönü daha var: O çam ağaçlarının içinde gizlenmiş olan tarihi bir köşk ve bu köşkü Sarıkamış’a kazandıran, başlarına gelen trajik sonla da yıllar boyu (kimilerine göre ise hala) dünya tarihin en gizemli olaylarından birine başrollük etmiş olan Romanov Hanedanı…
Tarih bize diyor ki; 93 Harbi olarak da anılan 1877 – 78 Osmanlı – Rus Savaşı sonrası 40 yıl Rus topraklarına dâhil olmuş olan Kars topraklarında Rus – Baltık mimarisinin eşsiz örnekleri inşa edilmeye başlanmış… İşte bu süreçte, 19. yüzyıl sonlarında, Sarıkamış’ın çam ağaçları içinde, Romanov’lar için bugün halk arasında Katherina’nın av köşkü olarak anılan yapı inşa edilmiş… Köşkün bir kitabesi bulunmadığından, tam olarak yaptıran kişi ve yapım amacı konusunda farklı tartışmalar bulunuyor olsa da, Çar II. Nikolay (Nikolay Aleksandroviç Romanov) adına yaptırılmış olabileceği ve Çar’ın eşiyle (Alexandra Feodorovna) birlikte (ve belki de çocuklarıyla) 1914 yılında bu köşkte bulunmuş oldukları düşünülüyor… Köşkün, aslen Çar’ın kuzeni Grandük Nikolay Nikolayeviç tarafından yaptırılmış olduğu ise ortaya atılan savların bir diğeri… Ancak sonuçta her kim tarafından ve kim için yaptırılmış olsa da bu köşk, Romanov Hanedanı’nın ve Çar’ın Sarıkamış’taki bir uzantısı, bizi izi olarak beliriyor.
Tarihin bize sunduğu diğer bilgiler ise 1917 Şubat Devrimi sonrasında Çarlık Rusya’sını tarihe karıştıran bir dizi olay niteliğinde ve bu bağlamda Çar II. Nikolay’ın tahttan indirilerek, eşi ve çocukları ile birlikte sarayından çıkarılıp Ural Dağları’nda bir eve hapsedildikleri, ardından bir gün toplu aile fotoğrafı çekilecekleri bahanesiyle hapsedildikleri o evin bodrum katına indirilip kurşuna dizilmeleri suretiyle öldürüldükleri ve naaşlarının da ormana gömüldükleri şeklinde… Tarihin karanlık dehlizlerinde kaybolup giden, uzunca bir süre esrar perdesi tam olarak aralanamayan ve her gizemli mevzunun doğal bir sonucuna benzer biçimde farklı tartışmalara da yol açan bu trajik sona ilişkin kanıtlar ancak 1979 yılında toplu mezarlarının bulunması ile ortaya çıkmış ve 1991 yılında bulgular üzerinden DNA testi yapılması ile kesinleşebilmiş…
Tarihi tartışmalar bir yana dursun, Romanov’ların hayaletleri (daha doğrusu diğer tüm ölümlüler gibi sadece insanoğlunun zihninde bıraktığı izleri, yani Çarlık Rusya’sının izleri) Sarıkamış’ta hala bir şekilde hissediliyor. Zira tarihe damga vurmuş, yaşadıkları olaylarla gizemini yıllarca korumuş bir dönem insanlarının zamanında mesken edindiği bir köşkte bulunmak, köşkün içinde gezinirken kendi küçük sessiz adımlarına yakalanmak ve her bir dokunuşla yaşanmışlıklara değmek bile insanı bir yandan ürpertirken, bir yandan da tarihin gizemli yollarında eşsiz bir keşfe çıkarıyor.
Köşkün – ne acı ki – eskimeye, yok olmaya yüz tutmuş, yenilemeden ve bakımdan yoksun kalmış hali ise, böylesine bir atmosferde bu keşfin yollarını örseliyor.
Bu yüzden zihinde geriye kalan ise, ‘Tarihe sahip çıkabilmek, böylesi önemli kültürel değerleri koruyabilmek için mutlaka birilerinin hayaletinin peşinden mi gitmek gerek?’ sorusu oluyor…
Yazı ve fotoğraflar: Türker Adakale