Kadim Şehir Bursa; tarihi, coğrafyası, kültürel birikimleri, mimari yapıları, camileri, han ve hamamları, bedestenleri ile buram buram Osmanlı payitahtı kokan güzel Bursa. Günümüzde bir metropol özellikleri taşımakla birlikte yalın bir Anadolu şehri olan yeşil şehir sende yaşamak, seninle yaşamak ne güzel duyguymuş…
İlk olarak 2013 yılında taşınmak suretiyle tanıştığım memleketimin güzel kenti. Uludağ’ı, bereketli ovası, sanayisi ve çok kültürlü kimlik yapısı ile uzaktan tanıdığım ancak şehirde yaşamaya başlamakla birlikte fark ettiğim her bir kilometre karesi içerisinde harikulade güzellikler barındıran güzel şehir Bursa…
Ve şehrin tüm güzellikler içerisinde benim için apayrı bir öneme sahip Sadağı Kanyonu Tabiat Parkı. Asırlık çınar ağaçlarının gölgesi altında, insanın ruhuna huzur veren suyunun akış sesini işiterek saatlerce yürüyüşler yapmaktan zevk aldığım, şehrin hengâmesinden kaçmak için ideal bir mekân Sadağı Kanyonu.
Sadağı Kanyonu’na ilk defa gittiğimde, kanyonunun bütününü görebileceğim bir nokta aramış ve bulunca da yaklaşık iki saatlik zorlu bir tırmanış ile çıkmıştım kanyonun giriş kısmının sol yamacında bulunan zirve noktasına. Bir sonbahar gününün öğleden sonrasıydı, ağaçların yapraklarını yer yer döktüğü ve fakat kanyon boyunca uzanan sonbahar renkleri ile bezenmiş coğrafik yapı tüm ihtişamıyla karşımda duruyordu dinlenmek için oturduğum vakit. O kadar tanıdık ki manzara, hafızamın bir yerlerinde sanki bende derin izler bırakmış gibi duruyordu. Dakikalarca seyrettim bu harikulade manzarayı, yamaçlardan aşağıya sert ve dik kaya yapılarıyla, ara ara neredeyse bir birine dokunacakmış gibi duran yamaç kesişimler ve dahası kanyonun yer yer orta noktalarında yer alan bir başına dimdik ayakta duran kayadan kuleler ile bir başka güzelliği yaşatıyordu ruhumda.
Sükût içerisinde bu muhteşem manzarayı seyrederken anladım bu tanıdık görüntüyü, yıllardır hayranlıkla (!) seyrettiğimiz Hollywood filmlerinden fırlamış bir sahne gibiydi. Memleketimde, yanı başımızda idi ve capcanlı olarak tüm renkleri ve ihtişamıyla karşımdaydı. Günün akşama dönmeye başladığı zamana kadar bir-iki saat daha durdum burada, bir kaç güzel fotoğraf karesiydi bugünden kalan ve tırmanış-iniş yorgunluğuna değmişti.
İkinci gidişim bir yaz gününde, Ağustos ayının şehir ortamında kendisini bir kat daha sıcak hissettirdiği bir Pazar günündeydi. Sadağı Kanyonu’nun ilk giriş kısmında yer alan Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar 2. Bölge Müdürlüğü ile Orhaneli Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü ve BEBKA (Bursa, Eskişehir, Bilecik Kalkınma Ajansı) destekli proje ile ihya edilen yapı ve tesisler ayrı bir değer katmıştı kanyona. Öyle ki daha saat on olmamışken genişçe bir otopark alanı olmasına rağmen araç park edecek yer bulmak zorlaşmaya başlamıştı.
Bu alan mescidi, yağmur barınakları ve piknik üniteleri, umumi tuvaletleri, kır evi ve her ne kadar şimdilik hizmete açılmamış olsa da bir restaurantı ile adeta günübirlik ziyaretçiler için sosyal yaşam alanı oluşturmuştu. Ve tabi ki yöre insanın el emeği ve yüzde yüz doğal ürünlerini gelen ziyaretçilere sattığı bir kaç güzel stant ayrı bir değer katmıştı mekâna.
Sırt çantamı omuzlayıp, fotoğraf makinemi hazır hale getirdikten sonra küçük çocuklarını da alarak buraya gelen ailelerin arasından kanyonun derinliklerine doğru yürümeye başladım. Dere kenarına sıfır yürüyüş yollarından ve yeni yapılmış ahşap köprülerden yer yer derenin sağ tarafına yer yer sol tarafına geçerek mütemadiyen yüzlerinde bulundukları ortamın ruhlarına işleyen huzurun bir gösterge nişanesi olarak mütebessim yüzlü aileleri seyrederek devam ettim yoluma.
Bir müddet sonra küçük çocuklu aileler azalmış ve yürüyüş parkurunun zorluk derecesi artmıştı. Artık ara ara genç arkadaş grupları ve doğaseverlerin organizasyonu ile gelen ekiplerdi karşılaştıklarım. Bakir doğaya doğru yol alma vaktiydi benim için.
Bir kaç asırlık çınar ağaçlarının gölgesinde, bur tür ortamlara has nebatat kokuları içerisinde ve kuş cıvıltılarının su sesi ile oluşturduğu ahenge kaptırmış olarak yavaş adımlarla zorlu ancak bir o kadar keyifli ve dinlendirici yürüyüşüme devam ettim.
Bir müddet sonra fark ettim ki her iki yüz elli-üç yüz metre aralıkta değişik bir kelebek türü vardı. Rengârenk kelebekler. Zaman zaman etrafımda ikişerli üçerli gruplar halinde uçuşan, bir yapraktan diğer yaprağa adeta dans edercesine ilerleyen kelebekler…
Derenin sığ noktalarından daha güvenli bir yürüyüş yapabilmek için diğer yamaca geçtim bir kaç defa ve dere boyunca ilerleyen su borusunu takıldı sürekli gözlerim. Gayri ihtiyari olarak su borusunu da takip ediyordum.
Nihayet su borusu bittiğinde, eski çağlardan kalma kemerli bir hamamın tarihten günümüze gelen kalıntılarıydı beni karşılayan. Bu kaya hamamı yörede avlanmak üzere Orhaneli’ni kuran, İS 117-138 yılları arasında hüküm süren Roma İmparatoru Hadrianus’un karısı için yaptırdığı yer olarak biliniyor olmasıydı. Ve yol boyunca bana eşlik eden su boruları da bu noktada çıkan 60 derecelik suyu yaklaşık iki kilometre aşağıya taşıyarak termal tesise götüren su borularıydı.
Bir müddet bu tarihi kalıntıyı inceledikten sonra yoluma devam ettim. Kanyonun derinliklerine indikçe daha da zorlaşan yürüyüş parkuru hızımı yavaşlatsa da ruhumda bıraktığı tesir daha da artmaktaydı.
Bir müddet sonra yaklaşık dört beş metreden düşen küçük bir şelale karşıladı beni ve anladım ki bu günkü yolcuğum için ideal bir duraklama, dinlenme noktası idi burası. Ve aynı zamanda geri dönüş yolcuğuma başlayacağım nokta. Elbette devam ettiğimde nice güzelliklere şahitlik edeceğimi biliyordum. Ama bu güzellikleri bir güne sığdırmanın da haksızlık olacağının farkındaydım. Bir sonraki gelişimde bu parkuru tamamlamalı ve Sadağı Kanyonu’nu bir daha yaşamalıydım…
Metin: Sami Timurbuğa, fotoğraf: İsmail Şahinbaş
16.08.2016