Çocukluğumun en gözde, olmazsa olmaz oyuncaklarından biri daha; Şabangaya. Şabangaya yapabilmek için çatal, meşin, lastik, iplik ve çakı gibi malzemeler gerekli. İşe, önce, evlerimizden gizlice bir bıçak veya çakı almakla başlardık. Çünkü bizim, bıçak ve çakı bulundurmamıza ve kullanmamıza, aile büyükleri tarafından pek müsaade edilmezdi.
Arkadaşlarımızla bir araya gelip, çatal kesmek için gün belirlerdik. Belirlediğimiz gün, bağlara çatal kesmeye giderdik. Çatal, genellikle dış budak, çetemük, kızılcık ağaçlarından yapılırdı. En güzeli ise, kızılcık ağacı idi. Bir çatalla yetinmezdik. Birkaç tane de yedeğimiz olurdu.
Kestiğimiz çatalların kabuklarını önce soyar, bayırlarda veya bağ kenarlarında müsait bir yere ateş yakıp, sağlam olması kuruması için kestiğimiz çatalları üterdik. Onlara, istediğimiz kavisi vererek, kalıplaşması için iple bağlar, birkaç gün de bekletirdik. Sıra, meşin ve lastiklere gelirdi. Bunları da temin edip, kesimini yaptıktan sonra, onları iple bağlardık. Lastikler, genelde şamyerlerden kesilirdi. Daha sonraları, bu iş için özel lastikler imal edilmeye başladı. Çok daha sonraları da, serum lastikleri kullanılmaya başladı.
Artık, şabangayamız hazır hale ve avlanma vaktimiz de gelmiş olurdu. Avlanmamız genelde, ya kış aylarında, ya da yaz aylarında yapılırdı. Kış mevsiminde, serçeler ve go(ng)galiler yiyecek bulamadıkları için ahır ve samanhanelerin çok yakınına kadar gelirlerdi. Yaz aylarında ise, genelde dut ağaçlarına konan ve dutla beslenen mahalli olarak ‘almacun’ diye adlandırılan kuşları avlardık. Almacunlar, dut ağaçlarının tepe noktalarına konarlardı. Atış mesafesini kısaltmak için, ağaçların üzerine çıkıp, almacuna, yakınlaşabildiğimiz kadar yakınlaşırdık. Cephanemiz de, 1,5 – 2 cm çapındaki küçük taşlar olurdu. Ağaçlara çıkmadan önce, ceplerimizi bu taşlarla doldururduk.
Bir günde, bu kuşlardan 10 – 15 tane vururduk. Çok daha fazla vuran arkadaşlarımız olurdu. Bu kuşları vurduktan sonra, kanları akması için çakılarla boyunlarını keser ve temizlerdik. Daha sonra, onları tavada kızartıp, afiyetle yerdik.
Şabangayayı genelde köyün içinde kullandığımız için, bazı atışlarımız sonucunda, evlerin camları kırılırdı. Camlar kırıldığı zaman, hane sahibi evde ise, hemen dışarıya çıkıp, bizi kovalardı. Biz de kaçardık. Cam kırdığımız haberi, biz eve gelmeden, o anda evlerde kimler varsa, dedelerimize, ninelerimize, babalarımıza veya annelerimize çoktan ulaşmış olurdu. Tabi, doğal olarak bize çok kızarlardı. Bazen de, sopa yediğimiz anlar olurdu. Camı kırılan hanelerde kimse yoksa o kırılan camlar faili meçhul olarak kalırdı.
Okula gitmediğimiz ve tatil günlerimizde, zamanımız hep bu tür aletleri yapmakla geçerdi. Bu aletleri yapmaktan ve kullanmaktan çok büyük keyif alırdık. Aynı zamanda, el becerilerimizi de geliştirirdik.
Ama artık; ne o günler, ne o arkadaşlar, ne o aletler, ne de o ‘go(ng)gali’ ve ‘almacun’ kuşları kaldı… Bize, sadece tatlı anılar ve hatıraları kaldı…
Çocukluğumda Kalanlar -10
Yazı ve fotoğraflar: Turan Yılmaz
Yöre: Alpağut Köyü – Seben / Bolu