Güzel memlekettir İzmir. İzmirliyim diye demiyorum ama güzeldir işte. Elini atsan, yüreğini koysan her yolu bir hikâyeye götürür seni. Desenize yüreğini koyan herkesin yolu hikâyeye bağlanır diye, öyle bir hikâyesi var işte Şirince’nin de bende. Ama sanmayın ki şimdi size oturup Şirince’nin bilmem kim demiş kutsallığını, bilmem kim demiş ermişliğini anlatacağım. Aramızda kalsın şarabından da hiç haz etmem zaten keratanın, ama yolun içine yüreğimi-hikâyemi koyup köyün kıymetlisi mürver şurubuna illaki dokunacağım.
Günlerden bir Eylül, memleketin keyfini sürüyorum. İzmirliyim ya hani, yol her iki saatte bir farklı bir cennete bağlanıyor illa ki. Aceleye koşturmaya lüzum yok, meşhur Selçuk leyleklerine selam verip, yine onları havada göremeyip, Şirince’ye çıkıyorum.
Dolmuş tıklım tıklım. “Arkadaşlar paraları gönderelim” diye bağırıyor şoför, ‘Arkadaşım kaç kez ödeyeceğiz yapmasana gürültü’ diyorum içimden. Şirince’ye gitmeyeli yıllar yıllar olmuş. Başka memleket gezmekten yan bağa girmeyi unutmuşum sizin anlayacağınız. Yolda dallardan sallanan Narları görüyorum. ‘E içeriz artık, Şirince şarabı içecek değiliz ya azizim, nar suyu içeriz’ diyorum içimden. Nar mevsimini o gün öğreniyorum.
Şoför eksik olmasın, herkesten paraları topladığına ikna olduğundan açıyor kapıları, köyün meydanı gibi olan bir yerde iniyoruz. Yandaki amcaya yanaşıyorum. “Nirdedir Nişanyan Dayı” diyorum. Şive takınmak hep hoşuma gidiyor, bazen karşımdakinin gitmiyor da benim illa ki gidiyor işte ne yapacaksın. Dayı cevap veriyor, “Şu tepeyi tırman kızım” diyor. El mahkûm tırmanıyoruz.
450 metre yükseklikteyiz. Hamamlı eve yerleşmeyi beklerken ki zaten hali hazırda büyüsündeyiz Nişanyan’nın, elimize mürver şurubu tutuşturuyorlar. Bir yudum aldıktan sonra şurubu getiren garson çocuğun elini ayağını öpmemek için çok zor tutuyorum kendimi. O terastan alabildiğine bakarken Şirince’nin evlerine, tutarken elimde mürveri, ‘Yaşamak varmış be azizim’ diyorum. Hayattan ne çok şey beklediğimi, hâlbuki Nişanyan’nın terasına gelsem otursam her şeye bir cevap bulabileceğimi o gün fark ediyorum.
Hamamlı ev eski mi eski 19. yüzyıldan kalmış bir köy evi, öyle pahalı butik değil aksesuarları, yaşanmış. Tabak çanak sanırsın Rum’muş, göçmüş de gelmiş. Çaydanlık seramik değil, çünkü köyde çaydanlık seramik olmaz azizim. Türk kahvesi makinesi yok cezve var, huyu suyu nadide Alafranga İstanbullular için filtre kahve de koymuşlar. Bir kâseye ceviz doldurulmuş. Üç beş koltuk, yukarda iki büyük oda, bir de ufak bir hamam. 19. yüzyılda yaşamak varmış, bu yeni yüzyıllar insanlığın boyunu aşmış dedirten cinsten. Biraz köye inelim diyoruz, tepeden köye inmek insana kendini öyle bir özel hissettiriyor ki sormayın. Yolda tezgâhlar, başları yemenili üstleri çiçekli çiçekli şalvarlı kadınlar, “Doldur Ayşe Teyze nar sularını, ver iki paket de muskat” diyorum. Şirince’den muskat alan ilk insan olarak tarihe geçiyorum.
Yol kenarında, hangi yol demeyin kaç yol var sanki Şirince’de azizim, Gülgün Abla’nın yerine oturuyoruz. Sağ olsun Gülgün Abla yüzümüzü kara çıkartmıyor. Bol sarımsaklı kızartmaların biri gidiyor diğeri geliyor. Mis gibi sarımsak korktuğumuza ikna olunca Eski Taş Mektep’e uğruyoruz. Artemis Restoran işletiyor bahçeyi. Cumhuriyet Dönemi’nin zorluklar içerisinde sürdürülmeye çalışılan idealist eğitiminin izlerini seyre dalıyoruz.
Taş Mektep’ten çıkar çıkmaz mecbur şarap tadımlarının tutsağı oluyoruz, ancak ısrarlara dayanıp Şirince şarabı değil yine nar suyu içiyoruz. İki kilise tarif ediyorlar bize, “Nedir adları diyorum”, “Biri Aşağı diğeri Yukarı Kilise” diyor Bakkal amca. Hay canını sevdiğim diyorum içimden, Yukarı kiliseye doğru yola koyuluyorum.
Akşam vurdu vuracak köyü, hamamlı evimize tırmanıyoruz. Akşam yemeğini terasta yiyeceğiz, karar Nişanyan’a ilk adım attığımızda verilmişti zaten, lakin rezervasyon yaptırmaya aklımız ermemiş, yine de bir masaya ite kaka tıkıştırıyoruz kendimizi. Ortaya bir kaç meze söylüyoruz, Müjde Hanım’ın mutfağından ne çıksa güzel zaten, yanına da Şirince şarabı olmayan bir şarap açtırıyoruz.
Sabah oluyor bir telefon, “Kahvaltınızı yollayalım mı” diyor gençten bir çocuk, anlayamıyorum ama “Yolla bakalım genç” diyorum, sanki çok yaşlıymışım gibi. Kocaman bir sepet, domatesi ayrı, biberi ayrı, irili ufaklı yumurtası, sıcacık ekmeği ayrı, elim ayağım titriyor haliyle. Aman ziyan olmasın diye her yumurtayı kırıyoruz. Çayı da butik olmayan çaydanlığımızda yapıyoruz. Çıkarken ne kadar yayınını bulsak alıyoruz sevgili Sevan Nişanyan’nın. Bir bisiklet üstünde Nesin Matematik Köyü yolunda yakalıyoruz onu. Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi’nde bürokratik kararla adı değiştirilen Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Yunanca, Arapça, Süryanice, Zazaca, Gürcüce, Lazca, Bulgarca on beş bin civarındaki yerleşim biriminin eksiksiz -veya eksiksize yakın- bir envanteri olan ‘Adını Unutan Ülkeyi’, güneşe toza toprağa aldırmadan imzalıyor benim için, ‘bisiklet üstünden Buse’ye sevgilerle’ yazıyor ön sayfaya. Hikâyesi de yüreği de bambaşka olan bu insanın önünde saygıyla iki büklüm oluyorum bir an.
Nesin Matematik Köyü’nden çıkarken, Nişanyan’dan mürver eriği şurubu almadığıma içleniyorum. Bir rüyayı arkamda bırakarak, nar ağaçları ile kaplı olan ana yola çıkıyorum. Dolmuşçu sağ olsun hatırlatıyor yine ücretleri, dikiz aynasından suratına anlaştınız herhalde siz beni dellendirmek için dercesine bakıyorum.
Memlekete yine nar zamanı gelmiş. Narlar, kendini dağlara vuran kırk kişiye ev sahipliği yapan Kırkınca’da, Rumların Kirkice’sinde, Sabahattin Ali’nin Çirkince’sinde, Kazım Dirik’in “Çirkince olur mu azizim” deyip ani bir dönüşle adını değiştirdiği Şirince’sinde kırmızıya çalmaya başlamış yine. Benim için bir nar suyu sıktırın kendinize, aman deyim Nişanyan’a misafir olmadan dönmeyin. Olmazı olur yapın iki paket muskat illaki edinin. Zamanıysa bir kaç yemek kursuna katılın Müjde Hanım’la, Hodri Meydan Kulesi’ne tırmanın, mevsimiyse lavanta zeytin toplayın, Matematik Köyü’ne uğrayın, eski ama yeni Roma havuzuna dalın çıkın. Meyve şarabı seviyorsanız, canınız sağ olsun bir kaç şişe alın.
Duydum ki mürver şuruplu evlerin bahçelerinde narlar kızarmış. Çirkince’ye benden selam söyleyin. Yolunuzun geçtiği yerlerden yüreğinizin de geçmesini dilerim.
Şirince: İzmir’den 85 km, Selçuk’tan 8 km uzakta ki eski Rum köyü.
Nişanyan: Aklı ve beraberinde bütçesi olan herkesin ziyaret etmesi ve konaklaması gereken mekân.
Şirince Şarapları: Anısı olsun derseniz ses etmem lakin ben meyve şarabı sevmem.
Mürver Eriği Şurubu: Satın alırken aman deyim şeker oranına dikkat edin. Memleketin birçok yerinde yetişen mürver eriğine Şirince halkı sahip çıkmış, yoldan geçerken bu tarlada ki çalıdan ne yapılır yahu demiş ortaya leziz mürver eriği şurubu çıkmış.
Taş Mektep: Cumhuriyet Dönemi’nin zorluklar içerisinde sürdürülmeye çalışılan idealist eğitiminin izlerini görmek isteyenlere.
Muskat: Bir baharat çeşididir. Küçük Hindistan cevizi de denir, rendelenerek kullanılır. Ben öyle kullandım itirazı olan varsa şimdi konuşsun ya da sonsuza dek sussun.
Efes Antik Kenti, Yedi Uyuyanlar ve Meryem Ana Kilisesi: Zamanınız varsa neden olmasın.
Metin ve fotoğraflar: Buse Ünal
23.09.2016