Antalya’nın 17 km doğusuna Perge’ye gidiyoruz. Antik kente yaklaşırken tiyatro hemen göze çarpıyor. Sanki MS 3. yüzyıldan beri bir tek taşı eksilmeden ayakta kalmış o kadar heybetli, akşam bir konser ya da bir oyun sahne alacakmış da 12 bin kişiye kapılarını açacakmış gibi canlı…
Şehrin güneyindeki Roma Kapısı’ndan içeri girince mermer sütunlu bazilika bizi şehre anıtsallık katan Helenistik giriş ve kulelere yönlendiriliyor. Her adımda büyülüyor şehrin sadeliği, düzeni ve bu topraklarda yaşanmışlıkları düşünmek…
Misafir gibi nazikçe ilerlerken, caddeden koşup cıvıldayan çocuk sesleri gibi geçiyor kırlangıç sürüsü, Pergeli nöbetçi gibi nereye gitsek peşimizde antik kentin sadık köpeği. Agoraya yönelirken tezgâhlarını kuran Romalı kadınları görür gibi oluyorum. Yaklaşık 300 metre uzunluğundaki caddenin ortasından geçen su kanalının her iki yanında mozaikli portikolar ve dükkânlar yer alıyor. Kaynağını kuzey çeşmesinden alan kanal, sıcak yaz günlerinde halkın hayat kaynağı olmalı…
Yürüdükçe şehrin ihtişamı artıyor, Helenistik kapıdan başlayan sütunlu cadde akropolisin eteğindeki Anıtsal Çeşme’de son buluyor. Pergeli ünlü filozof Varus’u mu, ünlü matematikçi Apollonius’u mu yoksa baş tanrıça Artemis’i mi aradığımıza karar veremeden sokak sokak dolaşıyoruz. Bu iyi korunan şehirde binlerce yıl geriye gittikten sonra kapıdan çıkıp 21. yüzyıla devam edecek olma düşüncesi zor geliyor.
Yüzyıllardır ormanın içinde dinlenen şehir, şimdi kuş ve böceklerin boğucu seslerinde bin bir türlü yabani havyanın ev sahibi. Fotoğraf karesinden görünen kaplumbağa ya da arkanızdan kovalayan keçi sürüsü sizi şaşırtmasın. Geniş bir ormanlık alana yayıldığı için ne de olsa antik şehir artık onları evi.
Muhteşem şehir merkezinin önemli anıtları 1946 yılından beri İstanbul Üniversitesi tarafından yürütülen kazılarla ortaya çıkarılmış. Şu anda hala çalışmalar Kültür Turizm Bakanlığı’nın ve İstanbul Üniversitesi’nin sağladığı ödeneklerle sürdürülüyor. Suna -İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü onarım çalışmalarına destek oluyor. Ayrıca Alman Bilimler Akademisi 1994 – 2004 yılları arasında Akropolis projesini destekleyenler arasında bulunuyor. Kazı çalışmaları hala devam ediyor ancak, Roma Dönemi’nin en düzenli şehirlerinden biri olmasına rağmen ünü deniz aşırı ülkelere yayılan Perge kraliçesi Artemis’in tapınağı henüz bulunabilmiş değil. Birçok antik yazarın büyüklük güzellik ve inşaa bakımından harika olarak nitelendirdiği Artemis Tapınağı’nın şehrin dışında yüksekçe bir tepede olduğu tahmin ediliyor.
Perge’nin üç parlak dönemi
1986 yılında bulunan Hitit tabletlerinde Perge’nin adının geçmesi buranın Troia Savaşı’ndan önce kurulduğunu gösteriyor. Bergama’da başlayıp Side’de sona eren antik şehir, coğrafi önemi ve gelişimini Aksu Nehri’ne borçludur. Bugün ulaşıma uygun olmayan nehir eski çağda toprağı verimli kılmasından başka ulaşımın sağlaması bakımından önemli bir yere sahipti.
Yapılan kazı ve araştırmalar Perge’nin genel olarak üç parlak dönemden geçtiğini gösterir. Birinci dönem MÖ 2. yüzyıldaki Helenistik Devre ait bulunmakta, bu devir kısmen ayakta kalan muhteşem sur ve kulelerle temsil edilmektedir. İkinci dönem MÖ 3. ve 2. yüzyıllardaki Roma İmparatorluk Devri’ne rastlamaktadır. Günümüze kadar gelen tiyatro, stadyum, hamamlar, anıtsal çeşmeler ve agora en belirgin Roma Dönemi eserleridir.
Son refah dönemi ise 5. ve 6. yüzyıllara rastlayan Hıristiyanlık Dönemi’dir. Birçok kilise inşaa edilmiş şehir, kilise teşkilat içinde bir metropolitlik merkezi olmuştur.
Gezilebilen kalıntıların çoğu Roma Dönemi’ne aittir. Bizans Dönemi’nde batı giriş dışındaki ana girişler duvarla örülerek kapatılmış, kuzey giriş büyük olasılıkla şapel olarak kullanılmıştır.
MÖ 333’de Büyük İskender’in bölgeyi zaptı sırasında Pergelilerin hiç direnme göstermeden İskender kuvvetlerini konuk etmeleri şehri koruyan suların olmamasına bağlanır. Bugün şehrin en anıtsal yapıları olan ve şehri sembolü haline gelmiş iki yuvarlak planlı kule ve sur duvarları İskender’in zaptından sonra yapılmıştır.
Mimarisinin yanı sıra mermer heykeltıraşlığında da ünlü Pamphylialıların kazılarda bulunan eserleri Antalya Müzesi’nde sergilenmektedir. Bu sayede Antalya Müzesi en zengin Roma Dönemi heykel müzelerinden biri olma özelliği kazanmıştır.
Metin: Bihter Nalbant, fotoğraf: İsmail Şahinbaş
17.12.2010