OSMANLI’NIN MİNİK SARAYLARI: KUŞ EVLERİ

Kuş evleri, kuş köşkleri, kuş sarayları… Osmanlı’nın kuşlara olan sevgisinin en güzel göstergeleri… Serçe, saka, kırlangıç, kumru, güvercin gibi korunmaya muhtaç kuşların huzurlu yuvaları… Maddi olarak küçük ama ‘maneviyatı çok büyük’, merhamet dolu yapılar… Geleneksel mimarinin ince zevkini çarpıcı bir şekilde yansıtan, sanatçı ruhların elinden çıkmış ‘minicik’ ama bir o kadar da ‘ihtişamlı’ köşkler, saraylar…

Ülkemizin dört bir yanındaki birçok tarihi yapıda görebiliyoruz onları… Köşklerde, saraylarda, camilerde, türbelerde, medreselerde, kütüphanelerde, hanlarda, köprülerde, çeşmelerde ve evlerde… Bu yapıların sert ve soğuk hava şartlarına karşı korunaklı, en çok güneş olan cephelerinde bulunurlar. İnsanların, kedi-köpek gibi hayvanların ulaşamayacağı yükseklikte… Rüzgâr, kar, yağmur ve aşırı güneşin olumsuz etkileri ‘incelikle’ hesap edilmiştir. O zamanların insanlarının merhametli ruhundaki ‘incelik’ kuş evlerinin görselliğine ‘estetik’ bir şekilde yansımıştır.

Öyle bir kuş sevgisi, öyle bir merhametin işaretidir ki bu yapılar etkilenmemek mümkün değil. Tarihimizi araştırdığımızda kuş evlerinin bu kadar ‘incelikli ve zarif’ yapılmasının nedeni gayet açık bir şekilde çıkar karşımıza: ‘İnsanların sahip olduğu fevkalade bir sevgi ve merhamet’… Evliya Çelebi, ‘sadece özgür bırakmak için’ kuş pazarlarından kuş satın alan merhamet dolu insanlarımızdan bahseder. En dikkat çekici örneklerden biridir bu. ‘Kafese koymuyor’ aksine ‘özgür bırakıyorlar’… Fransız seyyah Jean de Thevenot seyahatnamesinde; “Onların iyilikseverliği hayvanlara ve bu arada kuşlara kadar ulaşır; her gün birçok kimse pazarlara kuş satın almaya gider ve bunları serbest bırakırlar. Söylediklerine göre kuşların ruhları, kıyamet gününde Tanrı huzurunda onların iyiliklerine şahitlik edeceklerdir.” şeklinde yazmıştır. Yine Fransız seyyah A. L. Castellan; “Bir Türk meskeni inşa edilirken, güvercinlerin ve diğer kuşların susuz kalmamaları için münasip yerlere yalaklar yapmak Türk sivil mimarisinin vazgeçilmez özelliklerindendir. İstanbul’a hububat, gemilerle gelir ve limanlara boşaltılır. Binlerce kuş boşaltmayı bekleyip hücuma geçer. Onlar için çuvallar açılır ve Türk gümrüğünün harç olarak aldığı miktardan fazlasını tüketirler.” demiştir. İtalyan seyyah Edmando De Amicis, İstanbul’da gördüklerini şöyle yazmış: “Sultanların veya şahısların hayratıyla beslenen sayılamayacak kadar çok güvercin sürüsü var. Türkler, kuşları himaye edip beslerler. Kuşlar da onların evlerinin etrafında, denizin üstünde ve mezarların arasında şenlik eder. İstanbul’un her yerinde, insanın etrafında uçuşan kuşlar vardır.” Fransız gezgin Du Loir ise, kitabında Anadolu için şöyle yazmış: “Osmanlı’nın birçok şehrinde kedilerin barınıp, beslenmesi için vakıflar kurulduğunu hayretle gördüm. Bu vakıflarda uşaklar, vekilharçlar, hayvanlara hizmet ediyorlar. Köpek sevgisi de yaygındır. Birçok kibar Türk’ün, kasaplardan et, kebapçılardan kebap getirtip kendi elleriyle kedilere, köpeklere büyük sabırla yedirdiklerini gördüm. Kuşlara sevgileri ise bunlardan daha fazladır.”

Osmanlı döneminde ‘sadece kuşlara su ve yem vermek için’ sayısı bilinmeyecek kadar çok vakıf kurulmuştur. Dünyada bir eşi daha olmayan kedi hastanesi ve leylek hastanesini o dönemlerde kurabilecek merhamete sahip bir medeniyet… Üsküdar Kediler Hastanesi en çarpıcı örnektir. Bursa Leylek Hastanesi başka bir örnek… Uçuş rotasında yaralanan kuşlar için Göçmen Kuşlar Vakfı, kış mevsiminde yiyecek bulamayan kuşlara yem dağıtan Darı Vakfı diğer etkileyici örnekler… Sultan II. Bayezid Cami kuşları için pirinç – darı harcı ayırtıp, onlara bakan, besleyen ve sağlık sorunlarında tedavilerini yapan görevli bakıcı bile atamış vakti zamanında. Şimdi kaçında böyle bir uygulamanın yapıldığını merak ediyorum. Ne camilerde, ne başka ibadethanelerde, ne okullarda, ne parklarda, ne de diğer yapılarda ve mekânlarda kuşlar için yapılan evler, havuzlar göremiyorum. Çok istisnai gördüğüm olmuştur.

O zamanın doğal şartlarıyla içinde bulunduğumuz doğal şartları karşılaştıralım. Bizim daha çok ihtiyaç duymamız gerekmez mi kuş evlerine? En doğrusu; kuşların bu evlere ‘zamanımızda daha çok ihtiyaçlarının olduğunu’ düşünmemiz gerekmez mi? Yazların boğucu sıcaklarında pencerelerimize koyduğumuz birer kap su, birkaç parça ekmek yeterli bir incelik mi onlar için? Ki bunu düşünenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezken…

Geçmişimizdeki bu merhamet neden şimdi yok? Nasıl gelebilir geri? En uygun yerlerden biri olan parklarda bile onlara yer açamıyoruz. Hep ‘insana yönelik’ öğeler oluşturuyoruz parklarda. Çok rahat kuş evleri ve havuzları koyabileceğimiz parklarımız varken. En kendi halinde mekânlarda yani mezarlıklarda bile düşünmüyoruz kuş evlerini. Oysa Osmanlı’da mezar taşlarında bulunan sulukları biliyoruz… Varsın saray gibi, köşk gibi olmasın… Var olsun da… Kuşların bir evi olsun da… Onların içecek suyu, yiyecek ekmeği olsun da… Su ve yemek olmadığında göçüp gidiyorlar çünkü şehirlerden.

Belki de kuş evlerini ‘dekoratif bir unsur’ olarak kullanmak cezp eder bizi. Öyle olmuyor mu hep? İşlevinden, faydasından çok her şeyin maddi duruşuna bakar olmadık mı gün geçtikçe? Hani kafeslerde besliyoruz ya kuşları… Dünyaya sadece uçmak için gelen bu hayvanları… Belki cesur zanaatkârlar, sanatçılar çıkıverirler ve eski zamanların ince, zarif, estetik kuş evlerini oya gibi, nakış gibi işleyip tekrar canlandırırlar; günümüze kazandırırlar… Bakarsınız kuş evleri, serçe saraylar ‘moda’ olur… Unuttuğumuz güvercinlikler, güvercin sarayları da tekrar döner geri… Ve kuş havuzları, kuş yemlikleri… Herkes mekânlarında kullanmak ya da cephelerine yerleştirmek için yarışır belki. Zamanla hayatımıza giren bu minik saraylar, köşkler bakarsınız sonra vazgeçilmezimiz olur. Yine ‘popüler kültürü’, ‘kitlesel davranışı’ araç olarak kullanmak tek çözüm sanırım. Yoksa nasıl yakalarız yüzyıllar önce yaşamış o insanların inceliğini ve merhametini? Kuşların bir evi olsun da… Varsın popüler diye, moda diye, dekoratif duruyor diye olsun… Belki bu saf, sevimli, sevgi dolu hayvanlara baktıkça hatırlarız kaybettiğimiz merhametimizi, inceliğimizi… Sonra sularını da düşünürüz ve yemlerini… Belki merhametimiz tarihten çıkıp döner geri…

Metin: Macide Işık / Doğa Sefiri, fotoğraf: İsmail Şahinbaş

03.08.2011