Fotoğraflarını gördükçe gitmek lazım diyen fırsat yaratıp gidemeyenlerdendim. Sonra o fırsat bana geldi bir çırpıda verilen karar, alınan biletler ve sonunda yolculuk günü. Trabzon havaalanına inip kiraladığımız araçla Rize’ye doğru yola çıkıyoruz.
Ardeşen’de öğle yemeği molası veriyoruz. Dört yol arkadaşıyız ekibimizden biri yıllar önce yiyip tadını unutamadığı hamsili pilavı bize de tattırmak için o lokantayı birkaç gün önce arayıp buluyor, evet lokanta aynı yerinde ama yapılan telefon görüşmesinde hamsi zamanı olmadığından pilav için hayalleri erteleyerek diğer çeşitleri tatmak üzere gidiyoruz.
Küçük bir lokanta sıcak tencere yemeklerinin buharı, iştah açan kokular arasında girip kendimizi tanıtıyoruz. Bizi bekliyormuş telefonda hamsi zamanı değil pilav olmaz diyen lokanta sahibi. Kendi cümlesiyle “sonra rahatsız oldum” diyor. Salamura hamsiyle o pilavı yapmış iyi ki yapmış. Tadı damağımızda, hoş sohbeti aklımızda ayrılırken, tekrar hamsi zamanı gelme umuduyla yola devam ediyoruz.
Çamlıhemşin’e girdiğimiz andan itibaren yeşil bir sükûnetin içinde buluyoruz kendimizi. Hafif sis, belli belirsiz bir yağmur karşılıyor bizi dönene kadar da bırakmıyor. Sıra önceden ayarlanmış kalacağımız yeri bulmaya geliyor, şu an bile gülümseyerek hatırladığım sonra ev sahibimize hak verdiğim yol tarifi ile ulaşıyoruz, başka bir zaman diliminde geçireceğimiz dört güne.
Uzun yoldan gelen yakınlarını karşılar gibi biri kapıda biri bahçede beklerken buluyoruz ev sahiplerimizi. Orman tarafından sarıp sarmalanmış konağa girdiğimiz ilk anda, ahşap yapının o tılsımlı kokusu sarıyor içimi, valizimi üst kata odama bırakmak için çıkıyorum, tatlı nağmelerle gıcırdayan merdivenlerden bastığım yer çam, tuttuğum yer meşe. Pencereden bakan sisli ormanı, içeri almak istercesine kaldırıyorum giyotin pencereyi mandallarına takıyorum, aşağıda çay bahçesi, bitiminde başlayan sonsuz orman, uzakta bir dere sesi, kuş sesleri sanki sükûneti bozmamak için en düşük perdeden.
Çayın hazır olduğu haberiyle dönebiliyorum gerçek zaman dilimine. Fırıncılık, pastacılık neredeyse alt kimliği olmuş Hemşinlilerden biri olan ev sahibimizin elinden kuzinede yeni pişmiş pizza eşliğinde içiyoruz çayımızı. Giriş katında odaların açıldığı bir salon, hüzünlü bir film sahnesi gibi, pencerelerin önündeki sedire oturup kalıyorum. Ev sahibimizden konağın o geniş aile zamanlarındaki günlerini dinlerken, karanlık yavaşça iniyor orman, sis yitip gidiyor.
Ertesi sabah erkenden yola çıkacağız Pokut ve Gito’ya. Kiraladığımız araçla çıkmanın güç olacağını öğreniyoruz. Çamlıhemşin merkezdeki taksi durağını arıyor ev sahibimiz sabah erken aracımız kapıda hazır olacak. Pokut Yaylası’na, bulunduğumuz Konaklar eski adıyla Makrevis’den yaklaşık 1,5 saatte ulaşabiliyoruz uygun araç, deneyimli şoförle, Karadeniz türkülerine uyum sağlayan sarsıntılarla viraja, rampaya aldırmadan manzaranın tadını çıkararak tırmanıyoruz.
Baktığımız her yönde yeşili görmeye alışan gözlerimiz yükseklere çıktıkça azalan ağaçlara şaşırırken, yolculuk sonunda karşımıza çıkan manzara karşısında büyüleniyoruz. Bulut denizini yakalayamadık ancak orman ve sis denizi karşımızdaydı. Kahvaltımızı burada yapıyoruz, uzayıp giden mıhlama, yayla peynirleri, tereyağı ve daha neler neler. Pokut’da geçirdiğimiz 2 saat sonrasında bizi bekleyen aracımıza biniyoruz sırada Gito.
Sis azalır, güneş açar mı artık düşünmüyoruz 2 saate yakın yolculuğa sohbet, müzik, orman ve çiseleyen yağmur eşlik ediyor ve Gito’dayız. 2 bin metrede çayır ve kır çiçekleri üzerine serpiştirilmiş kutu gibi yayla evleri, tertemiz hava, sessizlik ve meşhur salıncakla daha da artan hafifleme duygusu.
Alışılmış gezilerde akşam otele dönüşle o gün bitmiş sayılır burada ise yeni rota başlar gibi hissediyorum. Yaylalara çıkarkenki heyecanım şimdi hava kararmadan eve ulaşmak için, bu arada bizi merak edip “akşam geç kalmayacaksınız değil mi” diye soran ev sahibimiz kalplerimizi fethediyor.
Kuzine yanan büyük mutfakta masa başında yemek sonrası yapılan sohbetde ev sahiplerimizden, günlerce yağıp dinmeyen yağmuru durdurmak için eskiden yapılan bir ritüeli dinlerken, yapsak durur mu üç gündür çiseleyen yağmur diye düşünüyorum, bir gün sonra bitecek bu güzel geziden 35 derece sıcağa gittiğimde bu dileğim için pişman olacağımı henüz bilmiyorum.
Ertesi gün sırada başka heyecan var rafting ve zipline; o güne kadar her an karşımıza çıkarak buradayım diyen kenarında çay içilen fotoğrafları çekilen Fırtına ile içi içe olma zamanı. Önce üzerinde bir kıyıdan diğerine hızla kayılan zipline ve nihayet Fırtına’nın bizi kucağına aldığı, tanışmamızı kutlarcasına köpüren sularıyla cömertçe bizi ıslatacağı rafting zamanı.
Zil Kale, Palovit Şelalesi, Fırtına’nın köprüleri son günümüze sığdırmaya çalıştığımız diğer güzellikler. Merkezde dolaşırken karşımıza çıkan yöreye özgü ürünler satan dükkânlardan aldığımız hatıralarla son akşamımızı geçirmek üzere eve dönüyoruz. Sofrayı hep birlikte hazırlıyoruz, veda yemeğimizde mıhlama da var. Yemek sonrası devam eden sohbette bu akşam biraz hüzün var yarın sabah ayrılıyoruz, zamanın durduğuna neredeyse inandığım Çamlıhemşin’den.
İlgilisine Notalar:
Ardeşen’de öğlen yemeği; Baba Ahmet Lokantası
Kaldığımız yer; Çamlıhemşin Tarakçı Konağı ev sahibimiz Yunus Tarakçı
Rafting ve zipline Çamlıhemşin’de Ayder Rafting’de yaptık. Zorluk seviyesi en düşük olanı tercih ettik ilk defa yapacaklar için bile rahatlıkla yapılacak bir aktivite.
Pokut Yaylası kahvaltı: Doğa Konuk Evi
Çamlıhemşin kahvaltı: Cafe Yolun Dibi
Metin ve fotoğraflar: Songül Duraner
02.07.2018