Çocukluğumda kadınların sokak ortasında ölesiye dövüldüğüne çok kereler tanık oldum. Köylü için bu davranışlar olağandı, ama benim için hiçbir zaman olağan olmadı. Hep tepki gösterdim, gücüm yetmedi, ama haksızlık olduğunu biliyordum. Benim gibi elbette yanlış bulanlar vardı, ama güçlüden yana olmak tehlikesiz gibi duruyordu. Çoğunluk güçlüden yanaydı. ‘Odun yaranla, karı dövenin yanına varılmaz’ sözüne sığınıyorlardı.
Anam okuma – yazma bilmezdi ama kitapsız bilenlerdendi. Karısını dövene “Tarttın da mı aldın oğlum?” Derdi. Kendince kadının mal, erkeğin de onun sahibi olmadığını anlatırdı. Genç olduğumuzda bize öğüdü de “Kocanız elini kaldırırsa, indirmesine fırsat vermeyin, evi terk edin, ondan sonra gelecek hayattan hayır gelmez. Ayakkabınızı giymek için oyalanmayın, tek ayakkabıyla uzaklaşın” derdi. Bu kitapsız bilen kadın, insanın sahibi olmadığını çözmüştü. Şiddete karşı olmak, duyarlı davranmak için üniversite bitirmeye gerek yoktu.
Geçen gün yine birisi, bir yıl önce boşandığı eski karısını ve çocuğunu benzin dökerek yaktı. Zaten benzin bidonunu da yanında getirmiş, yani ani bir öfke olamaz. Sivas’ta Madımak Oteli’nde cayır cayır aydınlar yanarken, alkış tutanların olduğu bir ülkede, karısını yakma cesaretini neden göstermesin? Ayrıca bu ülkede öldürümlerin hesabı yeterince soruluyor mu? Sorulsa da ne olur ki? Giden geri gelir mi? Bu tür olayların yaşanmaması için alt yapı hazırlanmıyorsa, çözüm ufukta gözükür mü? Kadına bakış açısının değişmesi için devlet ne yaptı? Aydınlar ne yaptı? Bir avuç kadın örgütünden başka kadın ölümlerini ciddiye alan var mı? Unutmayalım ki, hepimiz sorumluyuz. Hiçbir şey yapmayan da suçlu, suça ortak sayılır. Hakkını yemeyelim, son aylarda sol partiler, bazı sivil toplum örgütleri duyarlı davranıyor. Bunun çoğalmasını umuyor, devletin de uyanmasını bekliyoruz. Öncelikle Bakanlığın adından ‘Kadın’ sözcüğünü çıkarmaktan vazgeçmesini istiyoruz. Devlet yok sayarsa, cahil adam da öldürmeye devam etmez mi?
Başka bir haber, sulama kanalı borusunda bir bebek bulunmuş. Haber sunucusuna gelen emaillerin tümü ‘Canavar Anne’de birleşti. Oysa henüz kadınlar tek başına anne olmayı hayata geçiremediler. Hâlâ anne olmak için, bir babaya gerek var. Toplumun bakış açısı çocuktan kadını sorumlu tuttuğu için ve bunu değiştirmek için de bir şey yapılmadığından, aynı davulun sesini duymaya devam ediyoruz. Çocuğunu kanala attıran düşünce de, o kadını anne olmaya zorlayan davranış da erkek egemen toplumun ta kendisi değil de ne? Bakalım o kadın anne olmayı istedi mi? O çocuk bir tecavüz, ya da ensest sonucu doğmuş olamaz mı? Kadın çocuğunu göğsünü gere gere büyütme ortamında mı attı? Çocuk fark edilirse, kendi yaşamı tehlikede mi? Bütün bunlar göz ardı edilerek, ver yansın anneye hücum. Çünkü bizde zayıfa saldırmak alışkanlıktır. Saldırıya uğrayan kadına “Ne giymiştin?” Diyecek kadar aymazlık içindeyiz. Saldıranı değil, kadınları kapatırız. Köpekleri salar, taşları bağlarız.
Sabahtan akşama dek, televizyonlar evlilik programları yapıyor. Bizim halkımızın tek eğlencesi TV. Özellikle kadınların arkadaşı gibi. Bundan yararlanan sistem de kadınları yanıltarak, hedef evlilikmiş, mutluluk yalnızca ondan geçermiş gibi kafalara işliyor. Kadınlar da hem izliyor, hem de akın akın programa katılıyorlar. İnsanı tanımak için, hele evlenmek için sahnede görmek yeter mi? Bir yandan kadınlar eşleri tarafından katlediliyor, diğer yandan kadına mutlaka eş gerekir düşüncesi dayatılıyor. Acaba kadın başını taşımak için bir omuza gerek mi duyar? Yoksa erkekler omzuna bir baş ihtiyacı mı? Ne olursa olsun, bu kararı vermek kendilerine kalmalı. Devlet bunun organize edilmesine seyirci olmamalı. Tam tersine kadın ve çocuklara uygulanan şiddetle mücadele için kolları sıvamalı.
Avustralya, yıllarca yerli halklardan biri olan Aborijinler’e şiddet uyguladı. ABD’nin Kızılderili halkına yaptığı gibi. Şimdi de Aborijinler, yaşamın çekilmezliğinden ve insanca olmayışından yakınarak, çocuk yapmamaya karar vermişler. Hatta gençler arasında intiharlar çoğalmış. Bu kez de Avustralya’nın paçaları tutuşmuş, çare arıyormuş. Çünkü küçümsediği Aborijinler’den öğreneceği çok şey olduğunun farkına varmış. Onlar doğayla uyum içinde yaşıyor ve doğaya saygı duyuyorlar. Beyazlar gibi katletmiyor. Bir çiçeğin uyanışından yarın neler olacağını anlayabiliyorlar. Şimdiye dek değeri bilinmeyen birçok kabile yok oldu. Kıssadan hisse; kadınların değerini anlamayan, onları korumayan, duyarlılığını zayıflık sayanlara duyurulur. Başımıza omuz değil, omzunuza baş gerek.