Doğa tutkusunu mesleğine dönüştüren, doğa yürüyüşleri rehberi Nehir Yılmaz’la mesleğini konuştuk…
Nehir Yılmaz, 26 yaşında genç bir rehber… Türkiye’deki özellikle doğa gezilerinde rehberlik yapan çok az sayıda kadından biri… 2000 yılından beri rehberlik yapıyor. Kaç gezide rehber olduğu sorulduğunda şu cevabı aldım; “5 yılda kaç hafta sonu varsa hesaplayın, en fazla 4 hafta sonu gitmemişimdir, oradan kaç gezi yaptığım çıkar!“ cevabını veriyor.
Daha önce rehberlik yaptığı bir gezide onun deyimiyle ‘katılımcı’ olduğum için şunu rahatlıkla söyleyebilirim, adı gibi dağların, vadilerin, ovaların arasında coşkuyla dolaşan ve size aynı keyfi aktaran bir doğa tutkunu…
– Neden rehberlik? Bir tesadüf sonucu mu bu mesleği seçtiniz ya da bilinçli bir tercih mi?
Bilinçli bir tercih değildi tamamen tesadüf eseri… Planladığım ve hatta uzun süre çalıştığım konu insan psikolojisi iken, hobim olan doğa sporları mesleğim oldu. Ben de tıpkı tüm katılımcılar gibi bir acenteyi arayıp gezi için rezervasyon yaptırdım, o gezi benim ilk gezimdi sonraki gezimde tur rehberimizin ısrarıyla yardımcı rehberdim.
– Rehberlik hayatınızdan kısaca söz eder misiniz?
İşim hayatımın çok büyük bir bölümünü kapsıyor. En sosyal mesleklerden biri olarak görünse de aslında kişisel hayatımızı çok sınırlayan bir meslek. Tüm özel günler ve hafta sonlarında şehir dışında olmak, aile ve özel yaşantımıza birçok sınırlama getiriyor. Bu rehberlik hayatımın zor kısmı, ancak sürekli farklı insanlarla ve onların farklı tepkileriyle karşılaşmak, yeni yerler görmek ve keşfetmek insan ruhunu tazeliyor, dahası hayatın birçok rengini bir arada görmeyi sağlıyor. Bu da işin keyif verici yanı.
Rehberliğin zor yanları nelerdir ve kadın olarak artı zorluklar yaşıyor musunuz?
Biraz önce söylediğim gibi bize en zor gelen sürekli sevdiğimiz insanlardan uzakta olmamız. Elbette bazen sorunlarla karşılaşıyorum ancak bunların kadın olmamla pek ilgisi olmuyor.
Kadın rehberliği ataerkil bir toplumda nasıl karşılanıyor? Kadının peşinden gitmek, kadının izinden yürümek, kadının komutası altına girmek, Türk toplumunda nasıl karşılanıyor?
“Ne yani senin arkandan mı yürüyeceğiz? Hayır, ben bir kadının arkasından yürümem! “ Bu cümle bir katılımcıya ait, tüm yürüyüş boyunca katılımcı arkadaşımız kaybolmak pahasına sürekli gurubun ve benim önümden yürümeye çalıştı. Bu ve benzer tepkilerle karşılaştım, özellikle Anadolu’da küçük yerleşimler benimle değil de gruptaki erkek katılımcılarla konuşmaya çalışan esnaflar oldu. Fakat rehber gerçeğinin farkında olan kesim toplumumuzun çok büyük bir kısmını oluşturuyor. Tur rehberi kadın olsa dahi onları yönlendirmek, zamanlarını daha iyi değerlendirmek için, onlara destek olmak üzere orada! Komuta etmek veya kontrol etmek için değil.
– Rehberler için herhalde en önemli şey grup psikolojisini bilmek ve gruba hâkim olabilmek. Bu konuda güçlük çekiyor musunuz ya da kadın olarak bu konuda farklı yaklaşımlar izliyor musunuz? Mesela iş hayatında bazı kadınlar otorite kuramayacaklarını düşünerek aşırı disiplinlidirler, soruyu biraz da bu açıdan sordum…
Kesinlikle bir programa başladığımızda en önemli konu tüm gününü, hafta sonunu veya tüm haftasını birlikte geçirecek olan insanların birbirine ne kadar uyum sağlayabileceği. Bence kadın olmak bu açıdan bir avantaj, kadınların iletişim konusunda erkeklere oranla çok daha başarılı olduklarına inanıyorum. Grubumuzun sayısı değişebilir ama bir grup demek en az 15 farklı karakter, farklı duygu, farklı ya, farklı kültür, farklı eğitim vs. demektir. Bazen katılımcının tüm yıl boyunca kendine ayırabildiği tek zaman bu gezi olabiliyor veya sürekli katıldığı gezilerden sadece birisi olabiliyor. Beklentiler çok farklı, görünen yerin herke tarafından algılanması çok farklı olabiliyor, burada da grubu dengelemek rehbere düşüyor. Bir kadın olarak ben tüm kadınlar gibi biraz da duygularımla hareket ediyorum. Bence işleyişten çok katılımcıların beklentilerini ne kadar karşılayabilmiş olmak önemli… Ön plan katılımcı olunca bunu bazen karşı tarafa yani katılımcıya hissettirmemek mümkün değil. Böyle olunca da aşırı otoriteye, disipline gerek kalmıyor.
– Bir kenti, bir yeri başkalarına tanıtmak nasıl bir duygu? Katılımcılar biraz da sizin gözünüzden bölgeyi tanıyorlar, sizin tercihleriniz onları yönlendiriyor…
Bizim tercihimizi belirleyen ise öncelikle daha önceden o bölgede edindiğimiz deneyimler oluyor. Gittiğim her yerin kendisine ait bir ruhu var, ağaçlarından, evlerine kadar… Bir bölgeyi tanıtırken duygularımı arka plana atmam imkânsız, ben tanıttığım yeri nasıl yaşıyorsam, katılımcılarımın da aynı hazzı almalarını isterim.
– Bilirsiniz mutlaka Japon gruplar çok dakiktirler, programa harfiyen sadık kalırlar… İtalyanlar hemen dağılırlar ve onları toplamak çok zordur… Genelde Türk insanı nasıl bir gezgin? Gruba ve programa uyumları hakkında neler söylemek istersiniz?
Biz Türkler son dakika insanlarıyız, her şeyimizi son anda yapıyoruz. Rezervasyonlarımızı son anda yapıyoruz, otobüse son anda biniyoruz, otobüs hareket edecekken o ana kadar oturarak geçirdiğimiz zamanda acıkmış olduğumuz ya da tuvalete gitmemiz gerektiği aklımıza geliyor. Ayrıca ‘iki dakika beklesinler’ derken hiç rahatsız olmuyoruz. Ancak biz iki dakika bekleyince başka bir turda bu yapılanı unutmuyor ve misilleme yapıyoruz.
– Gezi öncesi yaptığınız hazırlıklar nelerdir?
Rehber olarak gezi öncesinde tüm programı baştan sona bir kez de kendimiz kontrol ederiz. Aracımızın, konaklayacağımız otelin veya kamp yerinin, yemek hazırlıklarımızın listesini yapar katılımcılara ulaşarak bilgi veririz. Onun dışında gezi başladığı andan bitiş anına kadar sürekli bir sonraki saat için bile hazırlık yaparak geçer zamanımız.
– Rehberliğe sanırım devam etmeyi düşünüyorsunuz. Peki, bu mesleği başkalarına tavsiye eder misiniz?
Rehberliğe devam edeceğim elbette ama ne kadar süre daha bilmiyorum, ancak rehberliği çeşitli şartlar nedeniyle bıraksam dahi zaten turizmin içindeyim, tur operatörlüğü yapıyorum. Hem hobi olarak hem meslek olarak rehberliği herkese tavsiye ederim, zorluklarına rağmen çok ama çok keyifli…
Bizi kırmayıp onca işin arasında söyleşi talebimize ve sorularımıza içtenlikle cevap verdiği için Nehir Yılmaz’a teşekkür ederiz.
Yazı: Ahmet Parman
Sırtçantam 6. sayı, Haziran 2005