Bu gün benim doğum günüm. Doğum günümde Ağrı Dağı’nın kuzey eteklerindeyim ne güzel. Hele, Aras Nehri üzerinden geçecek olmanın, hiç bilmediğim bir kültür coğrafyasının içinde olmanın heyecanını taşımak ne hoş…
Sabahın erken saatlerinde yola çıktım. Ülkemizin en uç noktasından, bizden olan başka bir ülkeye yolcuydum. Ülkemizin üç ülkeye sınırı olan tek yerden, Aralık’ta bulunan Dilucu Sınır Kapısı’ndan, Aras Nehri üzerinde bulunan ‘Hasret Köprüsü’nden Nahçivan’a giriş yaptım.
Aralık’ın, İran’a 49 km, Nahçivan’a 10 km ve Ermenistan’a 56 km’lik sınırı var. Başka bir ülkede olduğum çok açık ve net. Caddeler, sokaklar, binalar çok farklı ve temiz. Şehirde, aslında ülkede Avrupai bir temizlik ve düzen var.
Kısa bir şehir turundan sonra, hem Kuran-i Kerim’de yer alan, hem de Hıristiyanlık inancında bulunan ‘Yedi Uyurlar’a (Ashab-ı Kehf) doğru yola çıktım. Ülkemizin birkaç yerinde var olduğu söylenen ‘Yedi Uyurlar’ Mağarası’ndan bir tane de Nahçivan’da bulunuyor. Buraya vardığımda yine temizlik ve düzen dikkatimi çekti. Mağaraları gezerken, bir anda Nahçivan’ın köylerinden gelen ‘deste’lerle karşılaştım. Mağaraların bulunduğu alanda Kerbela şehitlerine, Hazreti Hüseyin’e yakılan ağıt yürek yakar cinstendi.
Iğdırlılar gibi Nahçivanlılar da Şiiliğin Caferi koluna mensuptur. Bu yüzden ‘Kerbela Olayı’ özellikle Şiilerde büyük yasa yol açmıştır. Iğdır ve Nahçivan’da Muharrem ayının ilk gününden başlayan 60 günlük yas tutma döneminde; Azeri kökenli vatandaşlarda eğlenmek, kız alıp vermek, düğün yapmak ve buna benzer hayır işlerinin yapılmamasına özen gösterilir.
Nahçivan’da bulunduğum gün, Muharrem ayının 9. günü olan ve ‘taşura’ olarak adlandırılan güne denk gelmişti. Yas, ilk 10 günde belirgin bir biçimde tutulur. Muharrem’in ilk günü Kerbela yasının ilk günüdür. Taşura olarak adlandırılan 9. gün, yemek ve ihsan verilir, traş olunmaz, banyo yapılmaz, kana kana su içilmez, çamaşır yıkanmaz. Her caminin bir destesi oluşturulur. Bu desteler, köy köy dolaşarak zinciri vücuduna vurulur. İşte böyle kutsal sayılan bir günde bulunuyordum.
Yolda araba ile giderken İran radyolarını dinledim. İnanılası güç ağıtlar vardı. İnsanın tüylerini diken diken eden, Azeri ağzı ile öz Türkçe ilahiler beni çok etkiledi. Buradan dönüş yolunda ‘Tuz Mağarası’ olarak adlandırılan bir yere götürdü rehberim İlhan. Türkiyeli bir işadamının açmış olduğu 5 yıldızlı otelin yanında yeraltına doğru uzanan 300 metrelik labirent gibi koridorlarda yer alan Tuz Oteli’nde özellikle üst solunum yolları rahatsızlığı ve astımdan çekenler için özel konforlu odalar hazırlandı. Astım hastaları için önemli bir merkez haline gelen Duzdağ Oteli’ne dünyanın birçok ülkesinden tedavi amaçlı turistlerin gezdiğini öğrendim.
Nahçivan her yönü ile ilginç geldi bana. Türkçe yazılan tabelalar çok ilginçti. Biz mi yanlış yazıp, yanlış konuşuyoruz, yoksa Azeriler mi, bilemiyorum. Ama her şey çok ilginç burada. Nahçivan Özerk Cumhuriyeti’nin (NÖC) statüsü 12 Kasım 1995 tarihinde halk oylaması ile kabul edilen Azerbaycan Cumhuriyeti Anayasası’nın 9. Bölümü’nde düzenlenmiştir. Buna göre; NÖC içişlerinde özerk, savunma ve dış politikasında ise Azerbaycan‘a bağımlı bir statüye sahiptir. Yasama organı 45 üyeli Ali Meclis’ten, yürütme organı ise Bakanlar Kurulu’ndan oluşan Nahçivan’da yargı görevi bağımsız mahkemelerce ifade edilmektedir. Ama burada sanırım müthiş bir disiplin var. Özgürlük kavramı burada farklı işliyor. Sonuç ortada, bence burada doğru işliyor.
Nahçivan Özerk Cumhuriyeti, kuzeyi ve doğusu Ermenistan ile güneyi ve batısı da İran topraklarıyla çevrilmiş olup, batısında yer alan Türkiye ile on üç kilometrelik bir sınırı vardır. İşte tüm bu sınırlar içerisinden geçip Aralık’a vardığımda bile, hala ‘deste’lerin sesi, radyolardaki ağıtlar kulaklarımda çınlıyordu.
Metin ve fotoğraflar: İsmail Şahinbaş / Iğdır-Nahçivan Güncesi (2)
15.12.2010