Karacaoğlan her ne denli “Al bağla yeşile / Yakışmazsa öldür beni” dese de, şu mevsimde Antalya mora keser. Kırlarda, bahçelerde, bağlarda, ağaçlarda her yer salkım salkım mordur. Dün arkadaşım Hikmet ile denize doğru yürüyüşe çıktık. Hafiften poyraz esiyordu. Poyraz birden hızlandı ve gökten mor yıldızlar yağdı. Üstümüz, başımız mor yıldızlarla doldu. Nereden geldiğini anlamak için sağımıza, solumuza bakındık, yukarı bakınca gördük ki, yolumuzu mor salkımlı ağaçlar kesmiş. Uzun süre gözlerimizi indiremedik gökyüzünden. Mor salkımların yanında asılı kaldı gözerimiz. Ağaçların adını sorduk birbirimize. Akasyagillerden olduğu kesindi, ama adını bilmiyorduk. “Mor salkımlı ağaç” dedik. Hem güzelin adı önemli değildi ki, isteyen herkes bir ad koyabilirdi. O güzeldi, ayrıcalığı vardı.
Denize yaklaşınca, gördük ki, denizin üstü de mor yıldızlarla kaplıydı. Deniz alıp savurmadı onarı, uzun süre ninnilerle salladı kucağında. Ben denize girmekten vazgeçtim. Mor yıldızların rahatını kaçırmak istemedim. Doyasıya sevişti mor ile mavi. Sonra ayrıldılar, mor yıldızlar kıyıya vurdu kendini. Serildi boylu boyunca, sevginin tadını çıkarırcasına.
Karanlık basmaya, ufukta gökkuşağının renkleri solmaya, gece mavisi yerini almaya başlayınca “dönelim” dedik. Dönüş yolunda bu kez zakkumlar çıktı önümüze, sitem ettiler, “moru görünce pembeyi unuttun” diye. Unutmak ne mümkün çingene pembeyi? Bu kez onara olan hayranlığı dile getirdim. Bir şımardılar ki sormayın. Savurdular menekşe kokulu pembe saçlarını, salındılar bindallı giyinmiş gelin gibi. Tuttum kokladım tutam tutam.
İşte Antalya haziran ayında böylesi aşk mevsimidir. Üzülmek istesen de üzülemezsin. Stresin varsa atarsın sulara kendini, hafiflersin. Mutluluk senin koynuna gelir girer, istesen de istemesen de. Hele bir yürüyüşe çıkmaya kalk, yolunu ya bir çiçek keser; ya da bir mor salkımlı ağaç.