Öyle küçüktür ki çiçekleri, ona âşık olmayan göremez, üstüne basar geçer. Ben onların açma zamanı gelince, gözümü yerden alamam. Öyle güzel bakarlar ki, minik ışıkları beni kendine çeker. Ayrıca benim psikologumdur onlar. Ne zaman karamsar, miskin olmaya kalksam, mavi, beyaz, sarı, pembe ışıklarını bana fırlatırlar, anında kendime gelirim. Özellikle mavi olanı, ‘Baksana bize, yerde, yamaçta, kayaların arasında, taşların içinde yaşamaya çalışıyoruz, şu kısacık yaşamımızda mutlu olmayı başarıyoruz. Sen utanmıyor musun umutsuzluğa düşmeye?’ diyerek beni azarlar. Ben de ne zaman pes etmeye kalksam mineleri düşünür, güçlenirim. 1977’de Alman posta pullarının üstünde mine çiçeklerinin fotoğrafı var. Sanırım onlar da benim gibi düşünmüşler.
Bir de boyu 80–100 cm olan, renkleri önce sarı, sonra pembe, kiremit rengi, beyaz, kırmızı renklerin hepsini aynı çiçekte taşıyan cinsi vardır. Antalya’da sitelerin bahçesinde yaygındır. İlkbahardan, sonbaharın sonuna dek çiçekli kalır. Çiçekleri öbek öbek ve sıktır. Benim ilgimi çektiğinde adını sordum, biz her güzeli kanla tarif ederiz ya bana ‘Yedikardeşkanı’ dediler. Bu ad beni ürküttü ve inanmadım. Fethiye’de de görünce yine sordum, yine aynısını söylediler. Oysa bu güzeller güzeli çiçeğin adı mineymiş.
Başka bir türü de yine mine çiçeği familyasından olan ‘Unutma beni’ çiçeği. O da masmavi açar ve toprağı örter. Onun adının birçok öyküsü var, üstelik dünyanın her yerinde adı; ‘unutma beni’ ya da ‘beni unutma’. Alman efsanesine göre, Tuna Nehri’nin kıyısında yürüyüşe çıkan bir şövalye ile sevgilisi, nehir kıyısında sulara kapılmış giden, masmavi bir çiçek görmüşler. Sevgilisi o çiçeği istemiş. Şövalye atlamış nehre, çiçeği yakalamış, ama kendisi sulara kapılmış. Çiçeği sevgilisine fırlatmış ve ‘Beni unutma’ demiş. Grimm masalında da adı geçen çiçek, birçok edebiyatçı tarafından da övülmüştür. Örneğin Goethe ‘En canlı çiçek, zariflerin en zarifi’ demiş. IV. Henry bu çiçeği 1398’de sürgün sırasında amblemi yapmış. Sonraki yıllarda İngiltere’ye döndükten sonra da amblemi kullanmaya devam etmiş. Eski Mısırlılar, Romalılar, Keltler de mine çiçeğini sakinleştirici, dinlendirici, uykusuzluğu, yorgunluğu giderici olarak kullanmışlardır.
Bizdeki öyküsü ise şöyle; hâkim, yetmişine merdiven dayadığı halde boşanmak isteyen çifte sorar: “Bunca yıldan sonra neden ayrılıyorsunuz?” Kadın, “Eşim bana bir mine çiçeği aldı. Ben de çiçekleri çok severim. Çiçek çok sulanması gerekiyormuş. Eşim düzenli aralıklarla sulamamı söyledi. Ben kemiklerimden hastayım, her gün zorlukla yürüyerek, onları suluyorum, eşim bana hiç yardım etmiyor.” Hâkim, kadına hak vermiş, ama bir de erkeğe sormuş. O da “Eşimin anlattığı her şey doğrudur. Hastalığından dolayı, her gün egzersiz yapması gerekiyordu. Ama o yapmıyordu. Bu çiçek aslında çok sulanırsa ölür. Eşim, her gün çiçeği sulamak için hareket etti. Ben de o uyuyunca çiçeğin sularını boşalttım. Sonra da yatağa gelip benim yaşamımı güzelleştiren, canımdan çok sevdiğim eşimi doyasıya sevdim” demiş.
Mine çiçeğinin ışıkları yolunuzu aydınlatsın. Yüzünüz mineler gibi gülsün.
Sırtçantam Dergisi 36. sayı