Uçsuz bucaksız gibi görünen Mezopotamya Ovası’nın orta yerinden geçen İpek Yolu Mardin’in Kızıltepe İlçesi’nden geçerek Irak’a açılan Habur Sınır Kapısı’na kadar gider. Bahar aylarında yeşile bürünen ova, sonbahar aylarında sarı renktedir. Bu coğrafya’da bahar ve sonbahar mevsimlerinde çok keyifli, seyri doyumsuz yolculuklar yapabilirsiniz.
Kızıltepe’den kuzeye doğru devam ederseniz 20 kilometre sonra karşınıza bir dağın yamacına yaslanmış taşın ve şiirin şehri Mardin’e ulaşırsınız. Bin yılların tarihi mekânlarını barındıran Mardin’in ünlü taş evleri, kiliseleri, medreseleri tüm tarihi tapıları Mezopotamya Ovası manzaralı. Hiçbir yapı diğer yapının manzarasını kapatmıyor. Tarihi mekânlar yaslandığı yamacında bir merdivenin basamakları gibi yükseliyor. Şehrin doğudan batıya geçen iki ana caddesi var. Bu caddenin dışında tarihi yapılar arasında daracık sokaklardan geçmişe keyifli yürüyüşler yapabilirsiniz.
Attığınız her adımınızda farklı yapılarla karşılaşırsınız. Taş işçiliğinin nakış gibi işlendiği bu tarihi mekânların içine girdiğinizde adeta büyüleniyorsunuz. Evleri birbirine bağlayan daracık sokakların aksine geniş ve ferah iç mekânlarla karşılaşıyorsunuz. Muhteşem kemerlerden ve yüksek tavandan oluşan evler mükemmel bir taş işçiliği ile bezenmiş. Yazlarının çok sıcak olmasına karşın taş yapıların içerisi şaşılacak kadar serin coğrafyasıyla mükemmel bir uyum içinde olan tarihi yapıların arasında ne yazık ki 1950 yıllardan bu yana yapılmış çirkin beton binalar da bulunuyor. Tarihi dokuyu bozan bu çirkinlik abidesi beton yığınları son yıllarda yapılan çalışmalarla temizlenmeye çalışılıyor.
Son yıllarda UNESCO tarafından ‘Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dâhil olan kente daha yapılacak çok şey var. Artuklu Dönemi’nde en parlak devrini yaşayan Mardin’de bu döneme ait birçok cami ve medrese bulunuyor. Kentin batı tarafında bulunan Kasımiye Medresesi de o dönemden kalmış en önemli tarihi yapılarından biridir. Dönemin en önemli medresesi olan bina 15. yüzyılda Artuklu Beyi Kasımbey tarafından yapılmış. Muhteşem bir taş işçiliğine sahip yapının içinde eğitim odalarının yanı sıra akustik bir yapıya sahip cami bulunuyor. Yapının ortasında bulunan avludaki çeşme ve havuz medresesinin en önemli mekânı, yapının büyüleyici görkemini bu avluda daha iyi hissediyorsunuz. Birde bu güzelliklerin yaratıcısı ve yörenin en eski halklarından olan Süryaniler var. Süryaniler; bu coğrafyadaki tarihi yapıların taş ustaları olduğu gibi aynı zamanda telkari denen gümüş işçiliğinin de yaratıcıları.
Cumhuriyet tarihinde dönem dönen yaşanan olaylar ve terör nedeni ile bu halk yurtdışına göç etmek zorunda bırakılmış. Güneydoğu mozaiğinin en önemli renklerinden olan bu halktan geriye çok az sayıda insan kalmış. Birçok kilise ve caminin bir arada olduğu şehirde ezan ve çan sesleri birbirine karışır.
Geçmiş kötü günlere inat kardeşliğin ve çok kültürlülüğün simgesi olan bu yapıların en eskisi de şehrin 5 kilometre dışında Mezopotamya Ovası’na bakan yamaçlarda yer alan 1.500 yıllık Deyrul Zaferan Manastırı’dır. Süryani cemaatinin en önemli dini merkezi olan Manastır yaklaşık 1.500 yıl önce bir Sin mabedi üstüne inşa edilmiş. Farklı tarihlerde birçok yapı eklenerek bugünkü halini almış. Manastır içinde 52 Süryani patriğinin mezarı da yer almaktadır. Mardin ve çevresinden yurtdışına göç etmiş Süryaniler, önemli dini günlerde manastıra ve Mardin’e akın ederler. Mardin’in tarihi yanında çok zengin olan mutfağını da unutmamak lazım. Kendine özgü birçok yemek çeşidi olan ilin nefis yemeklerini tatmadan bu mekândan ayrılmamalısınız. Birde unutmadan Kasımiye Medresesi’nde muhteşem gün batımını izlemek gerekiyor. Günbatımının ardından da Mardin’in gece görüntüsü bir başka güzeldir. Şehrin doğu girişi en güzel seyir yeridir. Mardinliler bu güzel manzara için der ki; ‘Gündüzü seyranlık, gecesi gerdanlık.’
Bu doyumsuz manzaradan sonra Mardin’den ayrılma zamanıdır. Mezopotamya’nın incisi Mardin’i geride bırakarak başka diyarlarda görüşmek dileğiyle…
Yazı: İbrahim Tanrıverdi, fotoğraflar: İsmail Şahinbaş
Sırtçantam 3. sayı, Mart 2005