“Hayatımızın, en önemli anı nedir?” diye hiç sordunuz mu kendinize. Doğum gününüz? Sevdiğiniz ile ilk göz göze geldiğiniz an? Mezuniyet gününüz?
Ya da ne bileyim ölüm tehlikesi atlattığınız bir kaza mı?
Yok be dostum. Değil şu an. Evet, yaşadığımız nefes aldığımız şu an. Çünkü hayat ‘an’lar zincirinden oluşan, uğruna upuzun acılar çekilen ve aslında kısa çok kısa olan bir yoldur. Ve eskilerin deyimiyle ‘aynı suda iki kez yıkanılmaz’ denilecek kadar hızla akıp giden bir nehir.
O halde ne duruyorsunuz?
Kendinizi ödüllendirmek için neyi bekliyorsunuz?
Kayanın dibindeki kurbağanın gökyüzünü görebildiği kadar mı dünyanız?
Koşuşturmalı bir iş, durağan rutin bir dünyadan ibaretse yaşantınız, hayatı ertelemeyin, atın kendinizi doğanın kucağına. Usul usul akan bir nehrin kenarında sessizliğin en büyük vahiy olduğunu hissedin. Nemrud Dağı’nda güneşin batışını izlerken, tüm görkemiyle ‘bir zamanlar biz vardık’ dercesine duran Tanrı heykellerinin, zamanın acımasızlığını sessizliğin diliyle size haykırmasını, susmanın diliyle anlatarak, yaşamın, insana verilmiş ne büyük bir mükâfat ve şu ‘an’ın şimdinin değerinin özümseyin.
Ülkemizin dört bir yanında, dünyada sizi bekleyen, sıcacık bir ‘merhaba’yla başlayacak olan dostluklar, günden güne kan ve gözyaşı dolan dünyamızda evrensel barışın ilk adımları olacaktır.
Hâlâ acaba mı diyorsunuz?
Eğer şu şöyle olursa mı diyorsunuz?
Çıkarın hayatınızdan ’acabaları’, ‘eğer’leri. ‘Eğer’ ile ‘Meğer’ evlenmiş. ‘Keşke’ adında bir çocukları olmuş. ‘Neden yok’un kısır döngülerinden kurtulup, var olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşamaya şimdi başlayın içinizdeki ‘gerçek ben’e doğru yapacağınız yolculuk için bir bilet alarak, denize, doğaya ve hayata kocaman bir MERHABA deyin…
İbrahim Atik Halaç
Sırtçantam 1. sayı, Ocak 2005