Çocukluğumdan beri, okuduğum gazeteden arkeolojik konular, fotoğraf ve gezi yazıları ve bir takım çevre yazılarını keser saklardım. İyi bir arşivci olduğumu düşünüyorum. En azından ilgi duyduğum konularda…
Ofisimde inanılmaz bir arşiv var. Teknolojik gelişim benim işimi bir az daha kolaylaştırdı. Bazı internet sitelerinden beğendiğim yazıları arşivliyorum. İlgilendiğim konuların başında çevre ve özellikle su konuları geliyor.
Pek çok sitenin takipçisiyim. Eğer yayıncıysanız, okurlarınıza doğru ve tarafsız bilgiler sunmak istiyorsanız bilgi donanımınız iyi olacak. www.odatv.com’da bir yazı okumuştum. Çok ilginç gelmişti ve bu yazıyı kopyaladım. Bu yazı bir alıntı yazı idi. Bende okurlarımızın ilgisini çeker diye aynen, isim vererek yayımlıyorum. Yorumu siz değerli okurlarımıza bırakıyorum:
“Mavi altın, Ortadoğu’yu birbirine katacak
Su giderek siyasi baskı aracı haline gelirken, Irak, Suriye ve Mısır’ın sorunları artabilir. Arap liderler Dicle ve Fırat’ı kontrol eden Türkiye’yle Nil üzerinde söz sahibi olan Afrika ülkelerine karşı ortak tavır geliştirmeli.
Su her geçen gün Ortadoğu ülkeleri ve uluslararası örgütlerin öncelikleri arasında merkezi bir yer işgal ediyor. 1980’lerin başından itibaren petrol için kullanılan ‘siyah altın’ kavramının yayılmasına benzer biçimde, ‘mavi altın’ kavramı dünyadaki strateji uzmanları arasında ve araştırma merkezlerinde yaygınlık kazanıyor. Suyun yenilenen doğal kaynak, petrolünse tükenebilen doğal kaynak olmasına rağmen, ‘mavi altın’ kavramı suyun genel olarak uluslararası stratejilerde ve özel olarak Ortadoğu’nun geleceğine dair raporlarda oynayacağı büyüyen rolü yansıtıyor.
Nil suyuyla ilgili krizin ve Mısır’ın bu sudaki payının, Mısır karar organlarının
yanı sıra sokaktaki vatandaşın ilgisini çekmesi tesadüf değil. Nil suyu ve Mısır’ın payıyla ilgili konuşmalar, uluslararası düşünce merkezlerinin dünya çapındaki su kaynaklarının azalmasına yönelik endişelerine eşlik ediyor. Görünen o ki, su krizi Mısır ve Arap ülkelerinin bekası için en tehlikeli ve önemli sorunlardan birisi.
Mısır kâğıt üzerinde de hak sahibi
Ortadoğu’daki su sorunu genel olarak şu etkenler nedeniyle dayanılmaz bir hal alıyor: Öncelikle, Ortadoğu’daki su kaynaklarının ihtiyaçları karşılamak için yeterli değil. İkincisi, su kıtlığı kötü kullanım ve nüfus artışının sonucunda artacak. Bu da önümüzdeki 20 yılda su savaşları olgusunu ortaya çıkaracak. Mısır, Suriye ve Irak nehirlerin döküldüğü ülkeler olarak belirli bir yasal ve coğrafi yapı içinde su krizi yaşıyor. Şöyle ki, en büyük Arap nehirleri olan Nil, Dicle ve Fırat bu ülkelerin siyasi sınırlarının dışında bulunan kaynaklardan geliyor.
Önemi ve zor bulunması nedeniyle, su siyasi bir baskı aracı olarak kullanıyor. Örneğin Türkiye, 1980’lerden bu yana suyu Suriye ve Irak’a karşı kullanıyor. Geçen 10 yılda, Nil’in sınırlarından geçtiği bazı ülkeler Mısır’a karşı suyu kullanacaklarına dair mesajlar verdi. Şu an için su tehdidi yakın görünmüyor. Söz gelimi Türkiye, Keban, Karakaya, Atatürk ve Birecik barajlarının kurulmasının ardından – bu barajlar Suriye ve Irak’a su akışını azalttı – özellikle de Şam’a yönelik açılımı kapsamında, Suriye’ye yönelik su baskısını gevşetti, ancak bu bağlamdaki emellerini bırakmadı.
Buna karşın, Nil yataklarına sahip ülkeler iç savaşlar ve ekonomik geri kalmışlık içinde. Bu durum onların Nil’in denize döküldüğü ülke olarak Mısır’a karşı ortak bir tutum almalarını engelliyor. Fakat süper güçlerin bu ülkelere baraj kurulması yönündeki projeleri muhtemel ve asıl tehlikeyi oluşturuyor. Belki Mısır, Suriye ve Irak’a kıyasla daha iyi manevra imkânlarına sahip olabilir. Bu değerlendirme, Nil yataklarının dokuz ülkeye dağılıyor olmasına dayanıyor. Oysa Türkiye, Suriye ve Irak’a karşı tek başına Dicle ve Fırat nehirlerinin yataklarını kontrolünde tutuyor.
Ayrıca Türkiye’nin muazzam boyuttaki ekonomik, siyasi ve askeri imkânları, güçlerini birleştirseler bile Suriye ve Irak’ın imkânlarından daha üstün. Nil nehri ülkelerinden hiçbiri Mısır’a karşı böyle bir üstünlüğe sahip değil. Mısır, Suriye ve Irak’ın Nil, Dicle ve Fırat’ın suyunda kazanılmış tarihi hakları var. Bu nehirler onlara binlerce yıldır hayat veriyor ve nehirlerin kaynağı olan ülkeler bu hakları göz ardı edemez.
Arapların yasal kanıtları Nil, Fırat ve Dicle nehirlerinin yataklara sahip ülkelerin tek başlarına tahakküm kuramayacağı türden uluslararası su kanalları olmasının yanı sıra, uzlaşmacı temellere göre nehirlerin geçtiği ülkeler arasında bölüşülmesi gereken ‘ortak kaynakları’ temsil ettiği gerçeğine dayanıyor. Fakat Mısır Nil konusunda ek bir meşruiyete de sahip. Bu meşruiyet, gerek 1929’da Britanya’yla, gerekse de 1959’da Sudan’la Nil suyu üzerine imzaladığı uluslararası anlaşmalardan kaynaklanıyor. Bu anlaşmaların ilki, Mısır’a Nil’in kaynağı olan üç ülkedeki -Tanzanya, Kenya ve Uganda- su projelerini veto etme hakkı veriyor. Sudan’la imzalanan ikinci anlaşmaysa, Mısır’a Nil suyundan yılda 55 milyar metreküp su alma hakkı veriyor.
Davos forumunun bile gündeminde
Davos Ekonomik Forumu gibi büyük bir uluslararası platformun Ortadoğu’daki su krizini ele almak için harekete geçmesi, bu sorunun öneminin açık göstergesi. Zira forum siyasi önemi açısından birçok uluslararası kuruluştan daha üstün bir konumda. Bu durum da Mısır, Suriye ve Irak’ın komplo iddialarını ve Arapların mukadderatlarının hedef alınmasını daha fazla gündeme getirmelerini gerektiriyor. Arap hükümetleri, su kriziyle ilgili bilgilerin akışı ve halkın hayati konulardaki siyasi tartışmalara geniş katılım özgürlüğüyle ilgilenmiyor. “
Mustafa El Libad
(Kuveyt gazetesi Ceride, Bölgesel ve Stratejik Araştırmalar Doğu Merkezi Direktörü, 10 Ağustos 2009)
Ben, yazıyı yorumsuz olarak aktardım. Şimdi düşünelim; Sudan ikiye bölündü, Mısır’da Mübarek yönetimden çekilmek zorunda kaldı. Tunus, Libya ve Yemen’de olanlar malum. Sırada ne var?
Fotoğraf: İsmail Şahinbaş / Manavgat Nehri