MASAL ŞEHİR; IRKUTSK

Sabah saatlerinde tren yolculuğumuz Irkutsk’ da sonlanıyor. ‘Sibirya’nın Paris’i olarak nitelenen kent; Rusya, Çin, Moğolistan üçgenindeki ticaret noktalarından ve Trans Sibirya Demiryolu hattının buradan geçmesi ile merkezi bir şehir olmuş. Irkutsk Oblastı’nın (eyalet, bölge) başkenti Irkutsk’a varışımızla pek çok tarihsel ve düşsel hikâye karşılıyor bizleri.

Şehir merkezine yakın Angara Nehri kıyısında aynı isimli otelde iki güzel gün bizleri bekliyor. Tren yolculuğunun etkisi ile odalarımıza varıp, valizlerimizi açarken hâlâ sallanmaya devam ediyoruz.

Lenin Parkı, sürgünler kapısı, şairler ve yazarlar sokağı, Decembrist Müzesi görülecek yerler arasında.

Gezi öncesi okuduğum kaynaklarda şehir tarihine ait neler var, bir göz atayım istiyorum dinlenirken yeniden; Irkutsk bölgesi, 13. yüzyılda Moğol kabileler tarafından işgal edilmiş. Çünkü aynı dönemde Baykal Gölü ve çevresi Moğol İmparatorluğu hâkimiyeti altında bulunuyormuş. 17. yüzyılda ise Rus Çarlığı, Sibirya Hanlığı’nı işgal edince bölgede egemenlik kurmuş. Sonraki yıllarda küçük bir kasaba iken bir manastır yapılıyor ve çevresinde tarımsal faaliyetler sürdürülüyor. Şehrin kuruluşundaki temel amaç; 1650 yıllarında altın ve kürk ticaretinin gelişmesi oluyor.

1661 yılında Angara Nehri kıyısında bir kale (Kazak Kalesi) kurularak Çin-Moğolistan ve Rusya ve doğuyu birbirine bağlayan ulaşım yolları kontrol altına alınıyor.

On sekizinci yüzyılda sanayileşmeye başlayan kente; 1896 da elektrik, 1897 de tiyatro geliyor. 1898 de Trans Sibirya Demiryolu buradan geçiyor.

Yirminci yüzyılda hızla gelişen şehir, 21 yükseköğrenim kurumu, 9 büyük araştırma enstitüsüne sahip önemli bir endüstri, ticaret ve bilim merkezi oluyor. Hindistan’dan uçak mühendisliği eğitimi almak için gelen çok sayıda genç olduğu biliniyor. Yaz aylarında saat 23.00’a kadar hava aydınlık ve parklar cıvıl cıvıl. Kadınlar, toplumsal hayatın her noktasında; troleybüs, kamyon şoförü, mağaza çalışanı. Doğal olarak bunlar sakin, nazik, yalansız ortamlar yaratıyor. Kamuya açık alanlar ve uçaklarda alkol ürünleri satışı ve kullanımı yasak. Trafik kuralları ödünsüz ve tabi ki yaya geçişleri her zaman bizim özlediğimiz tarzda; centilmence.

Otele yakın ara sokakları gezdiğim ve kaybolduğum da oldu. Oda arkadaşımla beraber daha da uzaklaşıp inanılmaz güzellikteki eski ahşap evlerin büyüsüne kapıldığımız da. Tura katılan tüm dostlarla gördüklerimiz; Kazan Katedrali, Epiphany Katedrali, General Kolçak anıtı, kentin simgesi pars Babr, III. Alexander anıtı, Gagarin anıtı, Lenin anıtı, Almanlara karşı verilen savaşta ölen askerlerin anısına yapılan ‘Sonsuzluk ateşi’ anıtı, Volkonsky müze evi, Hükümet binası, çiçeklerle bezeli büyük parklar, kaykayları ile dolaşan çocuklar, spor yapan gençler. Angara Nehri kıyısında balık tutanlar, müzisyen gruplar, katedral çevresinde birbirinden güzel gelin ve şık damatlar, bizi fotoğraflarda her gördüğümüzde gülümseten; âşıklar, evlenmek isteyen çiftlerin nehir kıyısındaki parkın, köprülerin demirlerine astığı rengârenk binlerce kilit.

Karl Marx, Lenin ve Engels isimlerini şehirlerinin en önemli üç caddesine vermişler. Restore edilenler çoğunlukta olmak üzere, hâlâ güzelliklerini koruyan, renkli pencere kapı ve yağmur giderlerine kadar dantel gibi işlenmiş, bizi o yıllara taşıyan muhteşem ahşap evler.

Her tabelada, Rusça kelimenin altında İngilizce yazılar olması büyük kolaylık. Turistler için hazırlanmış iki rota ve renkli yollar da mevcut. Karl Marx Caddesi, 2 km uzunluğunda St. Petersburglu mimarlarca tasarımı nedeniyle, Rusya’nın kuzeyindeki bu şehre benziyor. Kafeler, restoranlar, barlar, sinemalar, mağazalar ile oldukça renkli bir görünüme sahip.

Kazan Katedrali adeta müzikal bir şölen, inanılmaz güzellikte havuzlu bir bahçe ile karşıladı biz gezginleri. İçi de yine inanılmaz heykeller, ikonalar, resim, devasa şamdan ve vazolar ile bezeli idi. Dualarını edip, birbiriyle selamlaşan yüzlerce insan arasından ayrılırken, şimdiye kadar tanık olmadığım bu ses ve renk dolu katedrali hep hatırlayacağıma inanıyorum.

Amiral Kolçak anıtı hakkında yerel rehberimiz Jack bilgi veriyor. Rus tarihi hakkında bilgileniyoruz yeniden. İç savaşta Beyaz Ordu tarafında savaşan ve Kızıl Ordu tarafından esir alınan amiralin hikâyesini, gezi sonrasında tüm analizleri ile yeniden gözden geçiriyorum büyük bir merakla. Ancak en çok ilgimi çeken Volkonsky Müze Evi’nin hikâyesi; Aralıkçılar isyanı (Dekabrist İsyanı) sonrası yaşananlar, Irkutsk şehrindeki masalsı dönüşüm ve gelişim.

Dekabristler kimler ya da Aralık isyancıları neler yaşamıştır?

1812, Çarlık ordularının Fransa’ ya yenildiği yıllar. Milyonlarca köylü, ağır baskı ve sıkıntı altında. Avrupa’yı gören Rus subayları, ülkenin devlet düzeninin, sosyal yaşamlarının geride olduğunu fark ederek çarlığın yerini alacak iki model üzerinde tartışırlar. I. Nikolai tahta geçeceği gün (14 Aralık 1825) ilk silahlı ayaklanma gerçekleşir. Sonuncunda, onlarca subayın idam edildiği ve pek çoğunun da Sibirya’ya sürgüne gönderildiği başarısız bir isyandır bu. Ancak Dekabrist hareketi, sanat ve edebiyatta demokrat yükselişin itici gücü olur. Birçok şair ve yazar tarafından estirilen entelektüel bir heyecan tüm ülkeyi sarar.

Sürgüne gönderilen ressam, sanatçı, ordu subayı, aristokrat sayesinde Irkutsk şehri, bölgenin kültür merkezi haline gelir. Kont Sergei Volkonsky ve ‘Sibirya Prensesi’ olarak adlandırılan eşi Maria Volkonskaya buradaki 20 yıllık sürgün sürecinde yöre halkı tarafından sevilmiş ve saygı görmüşler. Okul, hastane, tiyatro ve konser salonu açılması konusunda büyük emek harcamışlar. Müzeye dönen evi ve bahçesini gezerken, drama sahne olduğu gibi müzikal etkinliklere de ev sahipliği yapan bu güzel evde neler yaşandığını tahmin etmeye çalışıyoruz. Aralıkçıların hapsedildiği yerlerden gelen fotoğrafların sergilendiği duvarlar, sanki bizleri izliyor.

Birçok trajik olaya şahitlik eden bu sürgün kenti, buram buram tarih kokuyor. Lev Nikolayeviç Tolstoy’un ünlü ‘Savaş ve Barış’ romanından bazı satırlar şöyle akıp gidiyor: “Biz sanıyoruz ki, alıştığımız yoldan bizi çekip aldılar mı bizim için artık her şey bitmiştir. Oysaki yenisi, iyisi asıl o zaman başlıyor. Hayat oldukça mutluluk da vardır. Önümüzde çok, çok şey var!”

Bir başka bölümde karakterler arasında şöyle bir diyalog göze çarpar; “Biliyor musun azizim, insan birini sevmiyorsa uyuyor demektir. Alt tarafı neyiz ki? Toprağız. Ama birini sevince Tanrı gibi oluruz, dünyanın yaratılışındaki insanlar gibi tertemiz kesiliriz.”

Ve hoşuma giden bir başkası; “Yaşasın çocukluk!”

Masal şehrinin mutlu sokaklarında, daha nice romanlarda buluşmaya hadi uykunun kollarına…

Metin ve fotoğraflar: Deniz Can / Kartalın Gölgesinde -4

07.07.2018