Evvel zaman içinde, rüzgârlarla arkadaş, pembe bulutların yolcusuyum. Ne zamandır gözlerim bulutları? Onlar da beni izler, bilemem…
Belki, gökyüzü yeşil Ağaçlar mavi olduğundan buyana kim bilir?
Pirelerin berber olduğu zamanlardan belki de.
Yağmurda mantarların altına saklandığım, her ağaca ayrı ayrı sarılıp,
Vadilerde yankılandığım günlerden bir gün yine…
Koca evrende, minik yeryüzünde, heybetli Torosların eteklerinde Şaman ruhlu, şifacı, sıcak gülüşlerle yeşil bakan kadınların diyarındayım.
Bahar çiçekleri gibi taze, bazen yorgun savaşçılar gibi yılgın,
Sevgi arsızı, kimi kalp hırsızı kadınlar…
Onları da alıyorum yanıma, gökkuşağından da renkli bulut denizinde seferiyiz uzak, çok uzak diyarlara…
Bin çeşit uygarlığa turistiz şimdi, serilmiş önümüze yakut yeryüzü.
Sevimli bir cadı gibi sihirli parmaklarımız dokunuyor şehirlere,
Yağıyor yıldız tozları hepsinin üstüne…
Şimdi mimarî bir dehanın elinden çıkmış gibi, mesela Gaudi’nin veya Sinan’ın…
Doğayla bütünleşik, sevecen, hoşgörülü şehirler.
Seferiyiz, çöl kervanlarında yolcu,
Saraylarında sultan oluyoruz bazen de,
Heykeller canlanıyor nefesimizle, resimler taşıyor çerçevelerinden, heyecanla…
Ve kadınlar, iç kalesinde gizemler saklı.
Dış surları, sevdiklerini amansız koruyan güçlü kaleler gibi.
Düşe kalka büyüyen, büyüdüğünü hiç bilmeyen
Çocuk kalbi, koza benzeri…
Kılıç darbesi, bazen gül yaresi ile yitip gider umutları.
Ve… Yeni günle yeniden oluşur bebek kanatları.
Ve… Açılır gözleri günışığına yeniden.
Rüzgârla, yağmurla, bulutla koyun koyuna yükselir inatla
Varır güneşe…
Düşünür mü sonunu?
Bilebile bu oyunu,
Kavrulup, küllerle savrulacağını…
Sonra aniden, bir damla gözyaşından sonsuz kere
Yine, yeniden doğacağını…
Yeterince isterse, sade bir üzüm tanesinden her dem sarhoş olacağını…
Sence bilir mi?
Beş milyar yıl daha tekrarlanacak bu sahne.
Hep aynı mutlu sonla, bulut yolcusu,
Peri kızı, pamuk prenses hiç fark etmez…
Bilir mi?
Masal dinleyenin, bir gün masal olacağını…
Metin: Deniz Can, fotoğraf: İsmail Şahinbaş
28.10.2015