1254-1324 yılları arasında yaşamış olan Marco Polo’nun maceraları arasında Trabzon’dan pek söz edilmez. Kimilerine göre bunun nedeni o yıllarda Trabzon’un zaten yeterince tanınan bir liman kenti olmasıdır.
İpek Yolu’nun batı ucundaki liman olarak Trabzon, Genç Roma Dönemi ve Ortaçağ boyunca gerçekten Doğu’nun Avrupa’ya açılan kapısı gibidir. Uzak Doğu’dan kervanlarla gelen ürünler buradan gemilerle Karadeniz’in diğer limanlarına, İstanbul’a (Bizans) ve buradan Ege ve Akdeniz’in kıyılarına taşınıyordu.
1295 yılının kışında Bayburt üzerinden Trabzon’a gelen Marco Polo, buradan bir gemiyle İstanbul’a ve oradan da memleketi Venedik’e döndü. Aslında bu onun Karadeniz’den ilk geçişi değildi. Daha 6 yaşındayken ticaretle uğraşan babası onu Kırım’a götürmüştü. Bir yıl sonra patlak veren iç karışıklıklar yüzünden, önce Buhara’ya buradan da Moğolistan’a ve Çin’e gitmek zorunda kaldılar. Venedik’e döndüklerinde Marco 15 yaşındaydı.
Yerinde duramayan Polo ailesi iki yıl sonra Papa X. Gregory’nin Kubilay Han’a (1214 – 1294) yazdığı bir mektupla yine yollara düştü. Marco’nun asıl Uzakdoğu yolculuğu böyle başladı. İpek Yolu’nu aşarak Kubilay Han’ın Şang-tu’da ki yazlık sarayına ulaştıklarında yola çıkalı 3,5 yıl olmuştu. Han, Papa’nın elçilerini çok iyi karşıladı ve dört dil bile Matco’yu kendi hizmetine aldı. Böylece Marko ve babası 17 yıl boyunca dolaştılar. Marco’ya göre, bu ülkede yılda 125 bin ton demir ve sadece bir eyalette 30 bin ton tuz üretimi yapılmaktadır. Bunlar o yıllarda Avrupa’da en çok aranan mallardı.
Baba ve oğul Polo, Han öldükten sonra burada biriktirdikleri serveti ülkelerine götürmekte zorluk çekeceklerini düşünüp ondan gitme izni isteyerek 1293’de yola çıktılar. İki yıl süren bu yolculuk boyunca, Kubilay Han’ın her türlü yardım ve desteğine karşın kafiledeki 600 kişi hayatını kaybetti. Marco Polo daha sonra bu zorlu yolculuktan söz ederken şunları anlatacaktır: “Eğer birisi gece vakti bu çöllerde atıyla ilerlerken, uyuyakalarak ya da başka nedenle, kervandan ayrı düşerse, onları telaşla ararken birden gaipten sesler duymaya başlar. Bu ses bazen kervandaki arkadaşları gibi onunla konuşur ya da adını çağırır. Çoğu zaman bu ses onu kervan yolundan uzaklaştırır. Birçok gezgin bu yüzden kaybolup ölmüştür… Bazen bu sesler gündüzde duyulur. Bu sesler bazen çeşitli çalgıların çaldığı bir müzik, ama özellikle davul ve alkış sesidir. Bu yüzden kervandakiler korkuyla birbirlerine sokulur.”
Dönüş kafilesinden geri kalanlar Tebriz ve Erzurum üzerinden Trabzon’a geldiklerinde rahat bir nefes almış olmalılar. Zira bu limanda hemen bir Venedik ticaret gemisine atlayarak geri kalan yolu artık tanıdık sularda geçireceklerini biliyorlardı.
Eve döndükten üç yıl sonra Marco Polo’yu, Cenova’ya saldıran Venedik gemilerinden birinin mutfağında aşçılık yaparken buluyoruz. Herhalde kendi memleketine askerlik borcunu ödüyordu. Marco bu savaşta esir düştü ve bir yıl Cenova Hapishanesi’nde yattı. İşte onu ölümsüzleştiren bu hapishanede karşılaştığı şair Rustichello’dur. Çünkü o, Marco Polo’dan dinlediği maceraları daha sonra ‘Marco Polo’nun Seyahati’ adlı kitapta topladı. Ortaçağ’da bu kitabın çok sayıda kopyası yapıldı, içleri Marco Polo ve ailesinin seyahatlerini betimleyen resimlerle süslendi. Yüzyıllarca Avrupa’nın en çok okunan kitaplarından biri olan eser, Rustichello’nun abartılı anlatımları nedeniyle gerçek olmayan maceraların anlatıldığı bir masal kitabı gibi algılandı. Oysa Marco Polo Uzakdoğu’ya gerçekten gitti ve oradan büyük bir servetle geri döndü. Öldüğünde ailesine yüklü miktarda para ve Uzakdoğu’dan getirdiği çeşitli eşyalar bıraktı. Marco Polo’nun ölüm döşeğindeyken Rustichello için “ben ona yaşadıklarımın yarısını bile anlatmadım” demesi ünlüdür.
Yazı: Sinan Kılıç
Sırtçantam 4. sayı, Nisan 2005