Odessa’dan kalkan trenim Lviv’e ya da Rusların deyimi ile Lvov’a sabah 06.50 gibi geldi. Bir şehrin güzelliği tren istasyonundan başlarmış ya, bende de mükemmel bir şehirle karşılaşacağım izlenimi işte tam o anda doğdu.
Eurovision galibi Türk dostu Ruslana’nın memleketi Lviv’in meşhur tren istasyonu, Euro 2012 için modernize edilen birçok yapıdan biri. İstasyonun içinde yok yok, internet kafeleri, modern bekleme salonları, oyun odaları, turist bilgi ofisi, kafeleri, kısaca saatlerce tren bekleseniz de sıkılmamanız için gereken her şey düşünülmüş.
Ukrayna’nın her yerinde yoğun olarak eski sarı ‘Avtobusy’ ya da ‘Marshrutki’ marka otobüsler kullanılmakta. Aslında otobüs demeye bin şahit ister, tamamen bizim minibüslerimizin mantığında çalışıyor. İstasyondan çıkınca 31 numaralı otobüse binerek merkeze kadar gidebilirsiniz. Havaalanından şehir merkezine inmek isteyen içinde her yerde olduğu gibi taksi ve belirli aralıklarla çalışan ‘shuttle bus’ bulunmakta.
Şehir merkezine geldiğimde her sokakta ayrı bir güzellik görmekten dolayı bir anda kaybolmuşum. Neyse ki hostel yolunu bulmam çok zor olmadı. Ben merkeze yakın olması açısından Old City Hostel’i tercih ettim. Hostelden Rynok Meydanı’na iki dakika içinde varabiliyorsunuz. Biraz Lviv’i inceleyelim.
Lviv, Ukrayna’nın en batısında, yaklaşık 850 binlik nüfusu ve üniversiteleri ile her daim yaşayan, gerek insan kalitesi, gerek şehrin mimarisi olsun her yönüyle tam bir Avrupa kenti. 2006 yılında 750. yaşını kutlayan şehir bugün Alman, Leh, Ukraynalı ve diğer birçok milletten gelen kişiler sayesinde oldukça kompozit bir yapıya sahip. Şehir mimari açıdan da ağırlıklı olarak Alman, Avusturya ve Macaristan mimarisinin izlerini taşıyor. Şehrin Avusturya egemenliğindeki ismi Lembergmiş ve diğer Ukrayna şehirlerinin aksine bu şehirde çoğunluğu Katolikler oluşturmaktadır. Lviv, UNESCO’nun ‘Dünya Miras Listesi’nde de yer almasından dolayı buradan aldığı güç ile Euro 2012 maçları için tabiri caizse yeniden modernize edilmiş, ayrıca Avrupa’dan daha rahat ulaşım içinde otoyolları ve hızlı trene uygun demiryolu ağları yapılmış.
Lviv’de insanlar diğer Ukrayna şehirlerinden çok daha farklı, anlatılana göre geçmişte savaşlar ve komünizm dönemindeki o kötü yıllarda oluşan korku ve kaygı bugün yerini güvene bırakmış. Ayrıca Lviv, 2. Dünya Savaşı’nın en fazla hissedildiği bölge olarak dikkat çekiyor. Bölgenin Sovyet güçleri ve Nazi Almanyası arasında tampon vazifesi görmesinden dolayı yoğun saldırılardan çok fazla etkilenmiş. Lviv, eskiden bir Polonya şehri iken savaş sonrası Polonya daha batıya kaydırılınca Ukrayna toprakları içinde kalmış. Bugün Polonya’nın Wroclaw şehrindeki birçok kişinin büyük babası veya büyük annesinin Lvivli olduğu söylenir.
Ayrıca yaşam çok ucuz, mesela şehir içi ulaşım 1,5 grivna, yani doların yaklaşık 5’de biri, ya da sandviç, içecek, tatlı ve çaydan oluşan bir öğle yemeği sadece 8€.
Lviv’de kaldığım 3 gün boyunca şehrin her santimetre karesini inceleme fırsatı buldum. Sonuç mu? Kesinlikle yaşanılası bir şehir olduğunu söyleyebilirim. Hani Türkiye’de kazanıp buralarda yeme şansımız olsa hiç durmam gelirim ama maalesef ki iş güç her şey bizim ülkemizde buralarda para kazanmak gerçekten zor.
Neyse konumuza dönelim. Şehrin en meşhur yeri Rynok Meydanı, gece gündüz günün her anı dolu bir meydan. Meydanın tam ortasında ki kuleye çıkarak tüm şehri kuş bakışı izleyebilirsiniz. Aşağıdan bakınca pek bir alçak gözüktü ama yaklaşık 3bin basamak ile çıkmak her ne kadar insanı zorlasa da yukarıda göreceğiniz tamam bir Galata Kulesi’nden İstanbul’a bakmak gibi olamaz ama yine de oldukça etkileyici bir manzaraya sahip olduğunu söyleyebilirim.
Rynok Meydanı’na kadar gelmişken Lviv’in en meşhur yerlerinden biri olan Victorian Tea House’a uğramadan geçmeyin derim. Ham sandviçleri, böğürtlenli pastaları ve birçok ülkenin yerel çaylarını deneme şansı bulabilirsiniz. Fiyatı mı? Çok ucuz olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca kafe de otururken Rynok Meydanı’nda ki manken diyebileceğimiz güzellikteki Lviv bayanlarını da izleyebilirsiniz.
Rynok’a yakın Virmenska’daki Ermeni Katedrali’ni gezebilirsiniz, yapı 1363 yılında, Polonyalı Jozef Mehoffer tarafından yapılmış. Avusturyalı ressam Gustav Klimt’in etkisi burada da hemen fark ediliyor.
Şehir görebileceğiniz bir başka görkemli yapı 1897 yılında yapılan Opera Binası, Svobody Caddesi’ndeki binanın Aynalar Salonu olarak bilinen üst katı kesinlikle görülmeli.
Kentte her yıl sayısı artan festivaller düzenleniyor. Virtuosi Müzik Festivali ilkbahar, Zoloty Lev (Altın Aslan) sonbahar aylarında gerçekleşiyor. Kasım ayında düzenlenen Opera Festivali Solomia Kryshelnytska’da şehirde olduğu kadar çevre bölgelerde de büyük ilgi uyandırıyor.
Merkezdeki bir başka durak St. George Grek Katolik Katedrali. Yalnız Lviv’in değil Avrupa’nın da en göz kamaştırıcı adreslerinden biri. St. Yura Meydanı’ndaki katedral rokoko tarzın bir şaheser. Papa 2. John Paul’ün 1991 yılında kaldığı ev ise katedralin tam karşısında bulunuyor.
Potocki Sarayı yine şehir merkezinde Kopernika’da. Potockiler bir zamanlar Orta Avrupa’nın güçlü ailelerinden biri olarak tanınıyordu. Aile fertleri Polonya hâkimiyeti sona erince Habsburg hiyerarşisinde yükselmiş. Bugün Lviv Sanat Galerisi’nin bir parçası olan binada, Rönesans ve Barok dönemi sanat örnekleri bulunuyor.
Doğu yönüne ilerleyince karşınıza çıkan Lychakiv Mezarlığı 1787 yılında kullanılmaya başlanmış. Avrupa’nın en iyi mezarlıklarından biri olarak kabul ediliyor ve bölgenin entelektüelleri, devlet görevlileri ve asilleri burada yatıyor.
Biraz daha doğudaki Eaglets, askeri bir mezarlık. Birinci Dünya Savaşı sonrası Polonya-Ukrayna ve Polonya-Bolşevik savaşı ölüleri burada yatıyor. Mezarlıkta 1921’de kızıl orduya karşı savaşırken ölmüş Amerikalı pilotlar için de bir anıt bulunuyor.
Lviv’e gelmişken uğramadan geçmemeniz gereken iki önemli yer var. Bunlardan ilki Folk Architect Museum. Öncelikle şunu söyleyeyim daha önce bildiğiniz hiç bir müzeye benzemiyor. Müze Shevchenko Ormanı içerisinde 59 hektarlık bir alan üzerine kurulu olup müzede 120 yapı ve 6 tahta kilise bulunmaktadır. Müze, Ukrayna’nın Boykos, Lemkos, Hutsuls, Bukovyna ve Transcarpathian bölgelerinde yerel halkın yaşamına dair ışık tutuyor.
Şehirde gezebileceğiniz bir diğer yerde Shevchenko Bulvarı. Tüm ünlü mağazalar, kafeler, publar bu cadde üzerinde bulunuyor. Tam bir piyasa yeri olduğunu söyleyebilirim, duyduğuma göre Lviv bayanları yemeyip içmeyip sadece güzelliklerine önem veriyorlarmış işte bu yüzden bulvar üzerinde gezerken kendimi ölüp cennete gelmiş gibi hissettiğim anlar da olmadı değil.
Lviv’e İstanbul’dan Türk Hava Yolları ve Pegasus’un haftada 3 gün yapılan direkt uçuşları ile gidebileceğiniz gibi benim gibi Aerosvit Hava Yolları’nı tercih ederek Odessa veya Kiev gibi şehirlerden aktarmalı olarak da gidebilirsiniz.
Metin ve fotoğraflar: Gökhan Erdoğan
03.11.2012