Aydın – Söke, Muğla – Milas Yolu üzerinde Bafa Gölü’nün hemen arkasında yer alan Latmos, ya da günümüzde bilinen adıyla Beşparmak Dağları görkemli yapısıyla ve çevresinden fark edilir biçimde sıyrılan coğrafyasıyla her zaman insanoğlunun ilgi odağı oldu ve bu sayede prehistorik dönemlerden ve antik çağlardan bu yana pek çok medeniyete ev sahipliği yaptı.
İlk insanların Latmos’taki mağara duvarlarına çizdiği ve kendi yaşantılarına ait ritüelleri tasvir eden resimler uzmanlar tarafından MÖ 10.000 – 8.000 yılları arasına tarihlendiriliyor. Bundan sonra Hitit, Karya, Helen, Roma, Bizans medeniyetleri Latmos Dağları’nda hüküm sürdüler ve dağda kentlerden, yollardan, dini yapılardan, kalelerden ve surlardan oluşan arkeolojik bir miras bıraktılar. 13. yüzyıla gelindiğinde ise Batı Anadolu’da Türk hâkimiyetinin yayılmasıyla Latmos’u Bizanslı son keşişler de terk ettiler. Bundan sonra Latmos Dağı. Osmanlı Dönemi boyunca 18. yüzyılda Avrupalı gezginler tarafından tekrar keşfedilene kadar uygarlığın ilerlemesi anlamında derin bir uykuya büründü.
Günümüzde antik Anadolu uygarlıklarının hemen hepsinden izler taşıyan Latmos’un fazlaca bilinmeyen bir yönü daha var: Dağın orta yerinde farklı noktalarda, özellikle köylere yakın yerlerde bir anda karşınıza çıkan mezarlıklar… Mezar taşlarında ne bir yazı, ne de bir tarih, ne de başka işaret var. Bu yüzden mezarlıklar sadece mezar taşı şeklinde biçimlendirilmiş yazısız kaya parçalarıyla dikkat çekiyor. Ve mezarlıklar öylesine eski olmalı ki; taşların çoğu dik duramaz vaziyette yan yatmış, mezar topraklarının üst kısımları ise çökerek hem zemin hale gelmiş ve kurumuş dallarla bütünleşmiş… Hele dağın Çavdar Köyü yakınlarında tek başına yer alan bir mezar taşı var ki; boyu neredeyse yaslı durduğu çam ağacının yarısına geliyor. Hal böyle olunca, böylesine büyük bir mezar taşının kim için ve neden dikilmiş olabileceği sorusu akla geliyor. Ama hepsinin ortak yönü şu ki; akıp giden zamanın eskiticiliği karşısında ve doğa içinde giderek kayboluyorlar.
Mezarların köylere yakın konuşlanmış olması bizi Latmos’un sessiz dönemi olan Osmanlı Dönemi ve günümüze daha yakın tarihlere yönlendiriyor. Zira yukarıda da bahsi geçtiği üzere Osmanlı döneminde Latmos’ta uygarlığın ilerlemesi anlamında bir duraklama söz konusu ve bu dönemde bölge, çoğunlukla dağları mesken edinen Yörüklerle çobanlara ev sahipliği yaptı. Daha sonra tarım ve hayvancılıkla uğraşan Anadolu insanının dağı iskân edinmeleriyle günümüzdeki Latmos dağ köylerinin temelleri atıldı. Ancak kuraklık ve salgın hastalıklar gibi sebepler bu köylerin pek çok defa yer değiştirmesine, eski köylerin terk edilmesine ve yeni köylerin inşa edilmesine sebep oldu.
Bu bakımdan bu sahipsiz ve kimsesiz görünümlü mezarlar, Latmos’taki günümüz köylerinin temellerini atan, daha sonra zaman içinde göç ve yer değiştirme sürecinde dağda hayatını kaybeden insanlara ve Yörüklere ait görünüyor.
Latmos’un ilk köylüleri kim bilir bu güzel coğrafyada nasıl bir yaşam sürdüler ve artık kaybolmakta olan, kendileri gibi doğaya karışmakta olan mezarlarında kendileriyle birlikte ne gibi sırlarla, Yörüklere ait ne gibi bilgeliklerle gömüldüler, insan merak ediyor.
Yazı ve fotoğraflar: Türker Adakale