Sahildeki turiste neden yalnız seyahat ettiğimi açıklarken aniden ağzımdan “tatilli meditasyon” lafı çıkıverdi. Bunun hakkında daha önce düşünmememe rağmen bu tatil benim için uzun bir meditasyondu. Son 3 aydır kendime doğru düzgün vakit ayırmadığımı fark ettim. Hayatın telaşına kaptırmış gidiyordum. Ama nereye? Bir anda durmam ve beynimi boşaltmam gerektiğini, kısacası tembellik yapmam gerektiğini fark ettim. Kısacası acil bir Robinson Crusoe tatiline ihtiyacım vardı!
Issız bir adaya gidemeyeceğime göre ıssız bir koya gitmeye karar verdim. Daha önceden de hakkında okuduğum ancak bir türlü gidemediğim Datça’da karar kıldım. Ve de ufak bir araştırma sonucu her yerde karşıma çıkan Gabaklar Pansiyon’a gitmeye karar verdim. Gabaklar Pansiyon Datça’nın Mesudiye Köyü’nün üç bükünden birisi olan Kızılbük’te yaralıyor. Diğer bükleri ise Hayıtbükü ve Ovabükü. Ancak Gabaklar Pansiyon’dan dolayı bu koya Gabaklar Koyu da deniliyor. İnanıyordum ki orada deniz ve güneş sayesinde tekrar enerjimi toplayacaktım.
Sabah saat 10.00’da Datça’daydım. Pansiyonun sahipleri olan Mustafa Bey ve Sevgi Hanım alışveriş için Datça’da olacaklarını ve beni alabileceklerini söylemişlerdi. Onlar alışverişlerini yaparken ben de bir pastanede oturup simit ve çay ile kahvaltımı yaptım. Daha sonra Gabaklar’a doğru yola koyulduk. Datça ile Gabaklar arasındaki yaklaşık 17 km’lik yol kıvrıla kıvrıla dağların arasında bir yükseliyor, bir alçalıyordu. Sanki bir kartpostalın içinde yol alıyordum. Gabaklar’a vardığımızda ağzımdan ilk dökülen sözcükler “burası fotoğraflardan çok çok daha güzel” oldu. Gerçekten de Gabaklar internet sitesindeki fotoğraflardan çok daha güzel bir yerdi. Gabaklar’a ilk vardığınızda bungalovlar hemen gözünüze çarpıyor. Bungalovların yanından otelin restoranı olarak da hizmet veren bahçe bölümüne geçiyorsunuz. Bahçenin çevresi ağaçlarla çevrilmiş. Zaten Gabaklar’ın içinde birçok ağaç ve çiçek var. En çok gözüme çarpanlar da dut, zeytin, çam, zakkum, sardunya, fesleğen ve papatyalardı. Yorgunluk kahvemi içerken büyülenmiş bir şekilde manzaraya bakıyordum. Sadece buraya ait ıssız bir koy. İlerde bir koy ve oraya gelen tekneler görülüyordu. Sonra buranın Hayıtbükü olduğunu öğrendim. Denizin ışıltısı buradan da fark ediliyor. Bahçeden denize ve sahile sadece 50 metrelik zakkumların taç olduğu bir yoldan yürüyerek geçiyorsunuz. Kahvemi içtikten sonra bungalova yerleşiyorum.
Bungalov şimdiye kadar gördüğüm en güzel bungalov. Oldukça ferah, yüksek tavanlı, önünde bir balkonu olan adeta minik bir ev. Mustafa Bey bu bungalovları yapmadan önce tüm Türkiye’yi dolaştığını ve sonrasında bunu yapmakta karar kıldığını söylüyor. Yerleştikten sonra hemen sahile gidiyorum. Bungalovdan çıkıp sahile varmak yaklaşık bir dakikamı alıyor. Yaklaşık 200 metre uzunluğundaki sahil sadece buraya ait. Sonunda akvaryum gibi bir denizle baş başayım. Balıklarla yüzüyorum. Muhteşem bir deniz sizi bekliyor. Denizde yüzerken kıyıya doğru baktığınızda dağların muhteşem yeşilliği ve görkemi size sanki keşfedilmemiş bir kıyıda yüzüyormuşsunuz izlenimi veriyor.
Gabaklar Koyu’nun sağ tarafında teknecilerin favori limanlarından olan Hayıtbükü var. Hayıtbükü, Ege ve Akdeniz kıyılarında mavi tura çıkan teknelerin rotasında bulunan limanlardan biri. Hayıtbükü ile Gabakların arası 500 metrelik inişli çıkışlı bir toprak yol. Manzarayı seyrede seyrede gitmeniz 10 dakikanızı alıyor. Hayıtbükü’nde gözleme yiyip, ayran içebileceğiniz ağaçların altına saklanmış minik çay bahçeleri, sevimli sahil lokantaları ve pansiyonlar bulunuyor. Tabii ki teknelerin demirlemesi için de T şeklinde bir iskele. Hayıtbükü’nün plajı Gabaklar’dan biraz daha uzun. Gabaklar ve Hayıtbükü için sezon Haziran 15’ten sonra açılıyor. O yüzden çevrede daha çok yerli halk ve benim gibi erkenci birkaç turist var. Ortalık oldukça sakin. Hayıtbükü’nün içinden geçerek arka tarafında bulunan yaklaşık 1,5 km uzaklıktaki Ovabükü’ne doğru yürümeye başlıyorum. Ovabükü’ne giden orman yolunda ilerlerken çam ağaçlarının kokularını derin derin içime çekiyorum. Sağ tarafta dağların sırtlarında köy evleri görünüyor. Yolun tam kenarında ise o güzelim ağaçların içerisinde inşaatı devam eden evler var. Umarım bu inşaatlar sırasında çok fazla ağaç yok olmaz. Yanlış yolda mıyım acaba derken Ovabükü uzaktan kendini gösteriyor.
Manzara gerçekten burada da büyüleyici. Sanki her bir koy bir öncekinden biraz daha büyütülerek çoğaltılmış. Doğanın mucizesi işte! Dağların arasında bir koy. Uzaktan koyun açığından geçen 3 – 5 tekne. Sezon dışı olması nedeniyle sahilde bir ben bir de 3 çocuklu erken tatilci İngiliz bir aile var. Onlar gürültülü bir şekilde sahilin diğer tarafına doğru yürürken ben bu manzaranın ve sessizliğin tadını çıkarmaya kararlıyım. Sahile uzanıyorum. Ayaklarımı denize sokuyorum. Uzaktan geçen belli belirsiz yelkenlileri seyre dalıyorum. Deniz pırıl pırıl parlıyor. Sağda bir yol Datça’ya doğru kıvrılarak dağları çıkıyor. Gözlerimi kapatıyorum. Denizin sesini dinliyorum. Çok uzaklardayım. Yaklaşık 1 saat sonra Ovabükü’nde bir tur atmak için kalkıyorum. Ovabükü’nün sezonu Hayıtbükü ve Kızılbük’ten daha geç, 15 Temmuz’dan sonra açılıyor. Böyle bir güzellik o zamana kadar nasıl yalnız bırakılır bilemedim. Ovabükü’nde de kıyıda restoranlar ve pansiyonlar var. Bir iki de ev gözüme ilişti. Gabaklar’a doğru dönmek için yola koyuldum. Yol hafifçe yükseldiğinde son bir kez dönüp Ovabükü’ne doğru baktım ve yine ağaç kokularını içime çeke çeke yola koyuldum.
Gabaklar Pansiyon’a vardığımda karnım iyice acıkmıştı. Pansiyonun sahiplerinden Sevgi Hanım acaba hangi enfes zeytinyağlıları hazırlamıştır diye düşünerek restorana doğru yöneldim. Yemekten sonra da mis gibi demlenmiş çayı da içerek ortamın tadını çıkardım. Burada yemeklerin kalitesi, temizliği, servisin dozu gerçekten çok güzel. Bence bu sahipleri başta olmak üzere oradaki herkesin işini severek ve yüksek enerjiyle yapmasından kaynaklanıyor. Her şey tam kıvamında. Tatil bittiğinde uzun süreli meditasyonum da bitmişti. Denizin ve dağların enerjisiyle beraber ben de şarj olmuş, enerji dolmuştum. Gabaklar, Hayıtbükü ve Ovabükü… Güzel denizi ve enfes doğasıyla sizleri bekliyor…
Gezin sağlıcakla…13
Metin ve fotoğraflar: Burcu Oylan
Mayıs, 2008