Bu kayıplar insanın yalnızca içinde duyumsadığı kayıplardır. Dışarıdan sorun yokmuş gibi görünür. Yaşamın içinde bu tür insanlar risk alamaz, girişimci olamaz, baş eğmeyi, söyleneni yapmayı bilir. Ailesi kimi isterse onunla evlenir, ağası kimi isterse ona oy verir. Toplum böylesi insanlarla dolu değil mi? Bunun acısını çekmiyor muyuz?
Şimdi kayıpların boyutu değişti, canımızı anında yakan kayıplar yaşamaya başladık. Kaybolan çocuk sayısı 1657 oldu. Bunun 1462’si 13–18 yaş arası. 700’ü Yetiştirme Yurtları’ndan. 1095’i kız çocuğu. Tabloya bakınca düşünmeden edemiyor insan, yoksul, kimsesiz, araştırma gücü olmayan, susturulması kolay kesimden seçilmiş diye. Toplumun kadına çarpık bakışı yüzünden kız çocukları tehlikelere açıktır. Yetiştirme Yurdu çocuklarının ise zaten görevlilerden, sözde koruyan kişilerden bile şiddet gördüğünü biliriz. Onlar devletin çocuklarıdır söylemde, ama onlara yapılanların hesabı sorulma yerine, çoğu kez görmezden gelinir.
Biz yoksullaştıkça bu tür olaylar çoğalacaktır. Şimdilik “Gön ince yerinden deliniyor” ama böyle giderse sıra herkese gelebilir. İşte o zaman astarı yüzünden pahalı olabilir. Açlık sınırı 1.800’lerde. Yoksulluk sınırı 2.600 olduysa, bizim toplumun hepsi yoksul, çoğu da açtır. Para içinde yüzen bir avuç insan hariç tabii. Onlar da ne denli dijital korumayı, güvenliği arttırsalar da paracıklarını da canlarını da koruyamaz duruma geliverirler. Tehlike o denli büyümeden, sorunları çözmek, çocukların çocukluğunu, insanların da insanca yaşamalarını sağlama yönünde kafa yormak zor olmasa gerek. Doğayı şöyle bir izlemek bile bize çözüm yolları gösterecektir. Küçük bir kuş bal porsuğuna balın yerini gösterir. Porsuk balı yer, kuşa teşekkür için birazını bırakır. Doğada diğer canlılar bu dengeyi sağlamayı başarıyor da insan neden başaramıyor?
Bir de kendi ellerimizle deliklere tıktığımız çocuklarımız var. Şu anda cezaevinde ‘Terör suçlusu’ 3.000 çocuk yatıyor. Çocukların cezaevinde işi ne? Çocuğu yönlendirmek kolay değil midir? Hele bir de bizim yetiştirme biçimimiz gibi olunca. Büyüğün sözünün üstüne söz söylenir mi? Büyüğe karşı gelinir mi? Öyleyse bu yavrular o delikte ne arıyor? Ülkenin bazı bölgelerinde daha çabuk mu yetişkin olunuyor? Çocukluk oralarda daha mı çabuk bitiyor? Yoksa onlar yetişkin mi doğuyor?
Bütün bunlara 15 yaşındaki Berivan’ın mektubu yanıt veriyor. “Benim siyasetle ilgim yok. Ben okula gitmek istiyorum. Canım yanıyor.” Bu mektubu Başbakan’a yazmış. Duyunca bizim de canımız yanmalı. Hem de Berivan’dan önce kendimiz için yanmalı. 15 Yaşındaki çocuğun siyasi düşüncesinden korktuğumuz için yanmalı. Çocukları çocuk gibi göremediğimiz için yanmalı. Herkesin siyasetle uğraşması gerektiğini bir türlü anlayamadığımız için yanmalı.
Bu durum yalnızca bizim ülkemizde değil, ne yazık ki değil. Dünyanın her yerinde olan çocuklara oluyor. Olan insanlığın geleceğine oluyor. Depremin yerle bir ettiği Haiti’de de 3.000 (TV’den duydum, o nedenle rakamdan emin değilim) çocuğun nereye götürüldüğü belli değilmiş. Avrupalılar evlat edinme yollarını hızlandırıp çabucak çocukları götürüyorlarmış. Gerçi Haiti devleti şimdi yasakladı, ama olan kaybolan çocuklara oldu. Dünyanın neresinde olursa olsun çocuk olmak zor zanaat. Kayıplara karşı ah – vahla geçiştirip çözüm aramamak ise altından kalkılmaz bir suç olmalı.