KATALANYA’NIN BAŞKENTİ, BARCELONA

Bir tarafta Akdeniz’in, belki dünyanın en canlı, en yaşayan şehri… Diğer tarafta yıllardır bu şehre gezilerini erteleyen, karar verip iptal eden saygısız, disiplinsiz ben! Bir yanda İspanya’nın ikinci büyük şehri, Katalanya’nın başkenti Barselona, diğer tarafta ‘laubali’ ben… Neyse ki bu ertelemelere, ‘seneye yaza atmalar’a iki öncesinden www.skyscanner.com ‘da rastladığım, saatleri de çok uygun bir ‘ucuz bilet’ ile son verdim! Aylar öncesinden 330 TL’nin (yaklaşık 170 EUR) biletimi aldım, Barcelona hakkında okumaya, araştırmaya başladım.

İspanya’nın, Barcelona’yı ‘hub’ olarak kullanan havayolu ‘Vueling’, biletler en az bir ay önceden alındığında, uygun fiyatlar sunuyor. Uçuş Sabiha Gökçen’den yapılıyor. Bu yüzden benim gibi Avrupa yakasında oturanlar için biraz sorunlu. Ancak tamamen bir tatil gezisi olduğundan, kalkış ve varış, ikisi de gece olduğundan pek dert etmedim. Vueling, İstanbul’u uçuş noktalarına bir yıldan az bir zaman önce eklemiş. İstanbul’dan Barcelona’ya direkt uçan diğer havayolu yalnızca Türk Hava Yolları. Ancak Madrid’den aktarmalı uçmak isterseniz, İspanya hava yolu Iberia, Vueling’e çok yakın fiyatlar sunuyor.

Kalkış 05.00, Barcelona’ya varış 07.20. Tatilimi dört tam gün, Cuma-Pazartesi diye planlamıştım. Bu anlamda uçuş saatleri mükemmel oldu. Perşembe akşamı işten çıkıp, Salı sabahı işe dönebildim. Gece, oturduğum Sultanahmet’ten Sabiha Gökçen’e, turistik ‘shuttle’la ulaştım. Atatürk Havalimanı’na 10 TL / 5 Euro’ya giden bu minibüsler, Sabiha Gökçen için 10 EUR / 20 TL alıyorlar. Gece olduğundan trafik yoktu, zamanında havalimanına vardım.

Daha önce Vueling’le ilgili hiçbir şey duymamıştım. Easyjet, Ryanair, Germanwings, Condor da Avrupa’nın ekonomik havayolları. Bir ikisiyle uçmuşluğum var. Ayrıca duyduklarımdan da hiçbir sorun yaratmadıklarını biliyorum. Ancak Vueling benim için ilk oldu. Giderken de, dönerken de hiçbir sorun yaşamadım. Hava yolu, kesinlikle Avrupa standartlarında. Yine ucuz hava yollarına özgü sıra dışı reklam ve promosyon kampanyalarına, uçuş öncesi ve uçuşta aslında hoş olmayan ama sunuluş biçimi itibariyle insanı gülümseten enteresan uygulamalara, minimalist şirket yapısına Vueling’de de rastlıyorsunuz. Kalkış ve iniş tam saatinde oldu. Güneşin doğuşunu uçaktan izledim.

İspanya’ya. Dolayısıyla bir yere ilk kez gidiyor olmanın verdiği tedirginliği yaşadım. İnişten sonra ise tahmin ettiğim gibi, tüm kaygılarım kayboldu. Barcelona’da uçaktan indikten sonra duyduğum his tek sözcükle ‘İtalya’ oldu. Orada ne varsa, burada da var. Yardımseverlik, hafif bir keşmekeş… Tabelaların dilini bilmeseniz de anlıyorsunuz. İtalya’da olduğu gibi otobüs şoförlerinin çoğu hiç İngilizce bilmiyor, ancak nereye gideceğiniz, nerede aktarma yapacağınızı, nerede inip, nerede hangi numaraya bineceğinizi çok güzel anlatıyor. Siz de çok güzel anlıyorsunuz.

Gerçek anlamda Barcelona’ya, yani şehir merkezine ulaşmam yaklaşık 40 dakika sürdü. Yanlış hatırlamıyorsam 5.10 Euro’ya bilet aldığım, yine yanlış hatırlamıyorsam A1 numaralı otobüs beni şehrin en büyük meydanına, ‘Plaça de Catalunya’nın (Katalanya Meydanı) tam ortasına bıraktı.

Plaça de Catalunya turistik ve ulaşım anlamında İstanbul’un Taksim Meydanı’ndan farksız. Yine, İstanbul’un ‘İstiklal Caddesi’ diyebileceğim, Barcelona’nın ‘La Rambla’sı burada başlıyor. En önemli metro hatları buradaki istasyonda birleşiyor.

Burada biraz oturup şehrin ilk havasını aldıktan sonra metroyla hostelimin bulunduğu Clot’ya gittim. Hosteli internetten seçmiş, www.hostelbookers.com‘daki fotoğraflar dışında hiçbir şeyi referans almamıştım. Ancak çok doğru bir seçim yaptığımı daha sonra gördüm. Metroyla kolayca merkeze ulaşabileceğiniz ‘Barcelona Urban Hostel’den tekrar söz edeceğim.

İngilizce, İspanyolca, Fransızca, Portekizce konuşan, hostelin İtalyan resepsiyoncusu, 12’den önce check-in yapamayacağımı söyledi. Peki dedim. Sırt çantamı emanete bırakıp, Plaça de Catalunya’ya yürümeye karar verdim.

Yolda kısa bir süre kayboldum, bu sırada şehrin simgelerinden biri olan ‘Sagrada Familia’nın önünden geçtim. Amacım meydana ulaşmak olduğundan tek tepkim kafamı çevirip şöyle bir bakmak oldu. Kilisenin önemini bir sonraki gün anlayacaktım!

Dediğim gibi… La Rambla, Barcelona’nın İstiklal Caddesi. Hatta boydan boya yürüdükten sonra, İstiklal Caddesi’nin son yıllarda yeniden düzenlenmesinde, gelişmesinde La Rambla’nın örnek alındığını sık sık düşündüm. İstiklal Caddesi’nden farklı olarak ortadaki geniş yürüme yolunun sağında ve solunda karşılıklı trafik akıyor. Burada bir sürü markanın mağazalarını bulabiliyorsunuz. En az o kadar da restaurant var.

La Rambla’nın bana sürprizi, hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkan, içine girince kaybolduğum meyve pazarı oldu. Cadde, İstiklal’e benzemeye devam ediyordu. Şimdi de bir nevi Balık Pazarı! Burada da meyveyle birlikte bin bir çeşit deniz ürünü bulunabiliyor. Ancak sokak biçiminde uzun değil, kapatılmış bir çarşı biçiminde düzenlenmiş. Girişte bir sürü meyve var. Fiyatlar Türkiye’yle aynı, ya da daha ucuz. Ayrıca tropik meyveleri de bulmak mümkün. Tadını pek alamadığım, hiçbir şey anlamadığım pembe renkte tuhaf meyveler yedim. Buradaki 1 TL’ye ananas dilimi gibi, orada da plastik kaba koymuşlar, 1 Euro’ya satıyorlar. Ancak boyu bizdekinin en az 4 katı, dolayısıyla o da ucuza geliyor.

Bin bir çeşit deniz ürününden bahsetmek uzun sürer. Ne olduğunu bilmediğim, ilk kez orada gördüğüm bir sürü şey var. Midyenin bu kadar çok çeşitli olduğunu, karidesin bu kadar boy seçeneği olduğunu bilmiyordum! Kocaman ananas paketlerinden alıp, La Rambla’ya geri döndüm, çok fazla oyalanmadan diğer tarafına yürüdüm.

La Rambla, ‘Rambla de Mar’ (Denizin Rambla’sı) ile sona eriyor. Burada da deniz başlıyor zaten. Fark etmedim ama Barcelona’daki ilk günümde epey yoruldum. Kayda değer hiçbir şey yaptığımı, hiçbir yere gittiğimi söyleyemem. Ancak güneş batarken yürümekte zorlanıyordum. Deniz kıyısında kısa bir yürüyüşten sonra, dar sokaklardan Katalanya Meydanı’na, oradan metroyla hostele döndüm.

Metin ve fotoğraflar: Cemal Bulunmaz / Barcelona Güncesi (1)

16.07.2010