Kasabanın belli başlı kişileri çoğu zaman dükkana çilingir sofrasını kurarlar ve kafa çekerlerdi. Arap Cemal önceden Tekel’de memurluk yapmış. Kasabaya denizciler geldiği zaman Arap Cemal’in dükkanına alışverişe gelirlerdi. Bar ve lokanta olmadığından Arap Cemal denizcilere yemek ve içki servisini de yapar olmuş. Zamanla denizciler arasında tanınmış. Böylelikle her denizci ilçeye geldiği zaman Arap Cemal’in dükkanını bulur ve alışverişini yapar, içkisini de içer giderdi. Arap Cemal kendiliğinden hem barmen hem de bakkal idi. Ancak barmenlik yaptığının farkında değildi.
Davavekili Adil Bey, Esat Hoca’nın tam karşısındaki dükkanda, çarşının baştan dördüncü dükkanında büro açmıştı. Avukatlık diploması yoktu ancak özel bir uygulama ile dava vekilleri mahkemeye giriyorlardı. Hep takım elbiseli tiril tiril giyinirdi. Fötr şapkasını hiç çıkarmazdı. Pabuçları sürekli boyalı ve parlaktı. Gömleği her zaman temizdi. Kıravat takmazdı. Papyon da yoktu. Ancak gömlekleri her zaman ilikli idi. Pek sevilmezdi özellikle de çocuklar onun dükkanın önünden geçmemeye gayret ederdik. Çünkü mutlaka bize takılırdı: “Oğlum pabucunun üzerine basma”, “Oğlum ayaklarını sürüyerek yürüyorsun”, “Oğlum yakanı düzelt”. Veya “yere tükürdün utanmaz adam”. “Çöpü al” ve “çöp kovasına at” diye sürekli etrafındakileri uyarırdı.
Beni de birkaç kez uyarmıştı. Ayakkabılarımın boyasız olduğunu ikaz etmişti. Hep gıcır gıcır dolaşır, yerde çöp görmek istemezdi. Yat limanı yapılırken kendi çapında büyük mücadele vermişti. Tek tek insanları çevirip anlatırdı. Buraya liman yapacaklar. Taş yığını olacak Başka yere yapsınlar. Etrafta boş yer mi yok. Esinti kesilecek manzara kesilecek. Ne güzel!
Çarşının hemen içinde denize giriliyor, girilmez olacak. Ancak mücadelesinde kimseyi yanına alamamıştı. Sonra kayboldu gitti Adil Bey. Ne liman, ne de beton mücadelesi kaldı. Liman yapıldı. Esinti kesildi. Manzara kayboldu. Adil Bey tanıdığım ilk çevreciydi. Ancak o zamanlar çevreci kavramı bilinmiyordu.
Karavelioğlu’nun dükkanı da Adil Bey ile bitişikti. Ancak araları pek yoktu. Çok konuştuklarını görmedim. Ancak Karavelioğlu pek kimse ile konuşmazdı. Tam sır küpü bir adam idi. Her zaman takım elbise ve fötr şapka giyer, bayramlarda papyon takardı. Herkes hürmet ederdi. Biz de çocukken bayramlarda Karavelioğlu’nun elini öpmeye giderdik. Para verirdi. Tüccar adamdı. Tüccarlığı nereden geliyor bilmiyorum. İskelenin hemen önünde konağı vardı. Gemiler ile İzmir’e, Mersin’e mal gönderirdi. Karaveliloğlu İzmir’e ihracatçılara meşe palamutu, harnup gönderir. Ya da kendisi ihraç ederdi.
Tuz Depoları, Aslanlı Mezar’dan aşağıya inerken sağdaki bitişik dükkanlardan iki tanesi babamın iri tuz depoları idi. O dönemlerde sadece iri tuz vardı. Bütün evlerde yemeklerde iri tuz kullanılırdı. Köylerde hayvanlara özellikle de keçilere iri tuz verilirdi. Cuma günleri civar köylerden köylüler eşekleri ve develeri ile gelirler, develerini tuz depolarının önüne ıhtırırlar (oturturlar) ve aldıkları tuzu kıl çuvallarda yüklerlerdi. Köylüler Topçu Süleyman’ın fırınından aldıkları sıcak pidelerinin arasına sana yağı koyarak yerler, köye dönerken de Koca Ahmet’in dükkanından Pazar helvası alıp yağlıklarına sararak evlerine götürürlerdi. Köylüler tuz depolarının önündeki taş kaldırımda köylerinden keselerle getirdikleri yoğurtlarını satarlardı.
Bayi Durdali’nin dükkanı meydandan Uzun Çarşı’ya çıkarken çınar ağacının karşısında ve tam köşededir. Bir kapısı uzun çarşıya bir kapısı da limana bakar. Bayi Durdali yıllarca Kaş’ın gazete bayiliğini yaptı. Sigara ve içki de satıyordu. Her zaman temiz, iyi giyimli ve traşlı idi. Uzun Çarşı’nın bitiminde kral mezarının yanında evi vardı. Kaş’a yıllarca günlük gazete gelemedi. Bazan 3 gün sonra bazan da 10 günlük gazete okuyorduk. Abone usulü çalışırdı. Aboneleri dışındakilere gazete vermez artan gazete olursa satardı. Haftalık birikmiş gazeteleri abonelerine göre tasnif etmek ve fazlaları ayırmak onun için çok zahmetli olurdu. Bizim dükkanın hemen yan komşusu idi. Bir defasında, buraya gel şu yokuşun başından aşağıya doğru bir adam geliyor onu izle sonra sana onun hikayesini anlatacağım demişti. Uzun Çarşı’dan aşağıya doğru gelen adam belli ki yakın köylerden birinden yürüyerek Kaş’a inmişti.
Uzun Çarşı’dan aşağıya bizim dükkanlara doğru yaklaştı. Bayi Durdali ben iyice göreyim tanıyayım diye olsa gerek adamı çağırarak dükkana davet etti. Önce birbirlerine hal hatır sordular ve sonra adama bekle diye işaret etti. Adam kapının eşiğinde durdu. Kara, kuru fakir giyimli, çıkını belinde 70 yaşlarında birisiydi. Bayi Durdali bu adam dedi bütün bu yörenin en zengin adamıydı. Deve kervanı vardı. Bütün göçlerde taşımalarda onun kervanı olurdu dedi. Belli ki deve kervanı olan bu köylü gelişmelere ayak uyduramamış ve develerini zamanında elinden çıkartıp satmakta geç kalınca develeri para etmez hale gelmiş ve fakirleşmişti. Adama birkaç soru soracak ve konuşturacaktı fakat o sırada dükkandan içeriye elinde filesi ile Erdal İnönü girdi. Selam verdi. Gazetesini aldı ve konuşmadan tekrar dükkandan dışarı çıktı. O sırada bitişik dükkanlardan birisinden bir adam Erdal İnönü’ye doğru bu memleketi siz bu hale getirdiniz. Komünistler Moskova’ya diye bağırdı. Erdal İnönü o tarafa bakmadan yoluna devam etti. Bayi Durdali kıpkırmızı olmuş morali bozulmuştu. Ben de çok üzülmüştüm. Adama soru sormadık. Konuşmadan dağıldık.