İZMİR’İN TARİHİNE AÇILAN KAPI: KEMERALTI

Dağlarında çiçekler açmasıyla marşlara ilham kaynağı olan İzmir’de ufukta dağların ardından yükselen güneşin ilk huzmeleri Konak’ta doksan üç yıl önce ilk kurşunla şehit düşen Hasan Tahsin anısına dikilen İlkkurşun Heykeli’nin üzerinden, yüz on bir yıl önce Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkışının yirmi beşinci yılı şerefine anıtlaştırılmış.

Ve kentin simgesi haline gelmiş olan saat kulesinin küçük sütunları arasından ve on yedinci yüzyılda İzmir ayanı Katipzade Mehmet Paşa ailesinden Ayşe Hatun tarafından yaptırılmış olduğu sanılan Yalı Camii’nin çini işlemelerinin etrafından süzülerek; Kemeraltı’nın derinliklerini ve diğer tarihi zenginliklerini karanlık bir gecenin ardından kim bilir kaçıncı kez yeniden aydınlığa kavuşturuyor.

Ege’nin ta öte kıyılarından yüzyılların dostluk ve barış esintilerini taşıyan ve günün bu ilk ışıklarına eşlik eden hafif bir meltem, Kemeraltı’nın Arnavut kaldırımı caddeleri, Osmanlı (Arap) ve Latin alfabelerinden harflerle işlemeli kitabeleri, Kızlarağası Hanı’nın kesme taşlardan örülü bedestenleri, Osmanlı Dönemi klasik mimari eserlerini betimleyen Hisar (Molla Yakup Bey), Şadırvan, Başdurak, Salepçioğlu, Kestane Pazarı, Hacı Mahmut camileri üzerinden süzülerek, on beşinci yüzyılda İspanya’dan ve Portekiz’den sürülmelerin ardından Osmanlı coğrafyasına sığınmış olan Yahudiler tarafından temelleri atılmış olan Havra Sokağı’na ve Mezarlıkbaşı semtine değin uzanıyor. Kemeraltı Çarşısı ile, hanlarıyla, bedestenleriyle, ibadethaneleriyle ve tarihin kendine bahşettiği diğer tüm kültürel zenginlikleriyle yepyeni bir güne hazırlanıyor.

İlk kuruluşu İpek Yolu ticaretine hâkim olunan Doğu Roma İmparatorluğu Dönemi’nde kadar uzanan ve adını zamanında caddeleri boydan boya kuşatan kemerlerden aldığı sanılan Kemeraltı’nın atmosferi, Kızlarağası Hanı’nın avlusundan yükselen nargilelerin, fincanda pişen henüz tazece öğütülmüş dibek kahvelerinin, aktarların raflarına dizilmiş yasemin, melisa ve lavanta yağlarının, şifacıların tezgâhlarına sıralanmış defne, karabaş otu ve civanperçemi bitkilerinin, her derde deva olarak sunulan karadut ve böğürtlen şerbetlerinin, kırk bir farklı baharat çeşidinden elde edilmiş küçük çubuklara sarılarak damaklara tat olan macunların tamamının kesif bir şekilde harmanlandığı kokularıyla tütsüleniyor. Pers diyarından geldiği düşünülen ve dünyanın en eski oyunlarından biri olan tavla pullarının şıkırtıları, aksakallı dedelerin kahvehanelerde nicedir çekmekte oldukları kehribar taşından yapılma sabır tespihlerinin tıkırtıları, neyzenlerin gerçeğin demine hu nefeslerine eşlik eden ve ‘dinle bu ney neler hikayet eder’ beyitleri ile başlayan konuşmaları, dertlerine medet uman dilencilerin nameli yakarışları, gelecekten haber alma sevdasına kapılanlara fincan ve kart açan kapı ardındaki falcıların fısıltıları,  hanutçuların dillere pelesenk haline getirmiş oldukları haykırışları, bakır ve kalay oymalı tepsilerin – gümüş ve sedef kakmalı sandukaların takırtıları burada adeta aynı ortamda nağmeleşiyor ve farklı medeniyetler, farklı kültürler, farklı inanışlar arasında köprüler kuran bir musiki eseri misali Kemeraltı’nın boydan boya kuşatıyor.

Acem işi ve Türk işi motiflere bezenmiş minderler ve halılar, Hint diyarından ve Uzakdoğu’dan getirilmiş ipek kumaşlar, Anadolu’nun uçsuz bucaksız topraklarında yetiştirilmiş ve ardından kurutulmuş su kabaklarından yapılmış olan oymalı ışıldaklar ve ebruli renklere bezenmiş Bohemya kristal avizelerle – abajurların hepsi Doğu esintilerini Batı dünyasıyla buluşturarak görsel bir şölen ortaya çıkarıyor.

Bu görsel şölenin sahnesi olan küçük sokakların hemen her birinde insanın karşısına çıkan antikacılar, kim bilir hangi âşıkların özlemle satırlara dökmüş oldukları mektuplarını, geçmiş kuşak ailelerinin saadet timsali fotoğraflarını ve eski zamanlardaki dokunulmuşlukların parmak izlerini taşıyan Levanten köşklerinden gelmiş ev eşyalarını sergileyerek, evvel zaman insanlarının sevdalarına, dostluklarına, ayrılıklarına, ihanetlerine, vuslatlarına ve anılarına ışık tutuyorlar. Antikacıların yanında boy gösteren sahaflar, antikacıların geçmişin aynasını günümüze yansıtan mevzu bahis hizmetlerine, yazmanın ve okumanın günümüzden daha fazla hürmet edildiği dönemlerde yaşamış olan aydın insanların Osmanlı, Ermeni, İbrani, Fransız, İngiliz lisanlarında yazmış oldukları, şimdilerde ise zamanın cellatlığına yenik düşercesine sararıp solmuş, raflarda unutulmuş olan kitaplarını, mecmualarını ve diğer eserlerini sergileyerek eşlik ediyorlar.

İzmir kent belleğini ve melankolisini, böylesine cömert ve lütufkâr biçimde Kemeraltı’ndan başka neresi yansıtabilir? İşte Kemeraltı, insanın aklının derinliklerine gömdüğü, hatırlamadığını sandığı ancak dimağında bir yerlerde sürekli saklı tuttuğu bilinçaltı değerleri misali, kent belleğinin ve İzmir’in bilinçaltında hala yaşıyor ve modern binaların arasında, tarihin derinliklerinden günümüze değin taşıdığı – maalesef unutulmaya yüz tutmuş – kültürel mirasını yaşatmaya ve korumaya çalışıyor.

Nicedir İzmir’in dört bir tarafını kuşatmaya başlayan süslü ve gösterişli ancak tarihi ve kültürel değerlerden yoksun, kimilerinin vazgeçilmezi haline gelmiş olan alış veriş merkezlerine gidenler, bir günlerini de Kemeraltı’nın atmosferini solumak ve Kemeraltı çarşısında geçmişin gizemli dünyasını keşfetmek için ayırmalılar…

Zira böylesine bir tarihi zenginliği yaşatmak ve böylesine bir kültürel dokuyu koruyup, kollamak vatansever herkes için bir gereksinimden de öte tarihi bir ödev…

Kemeraltı’nı korumak ve zamanın terk edilmişliğine teslim etmemek umuduyla…

Metin ve fotoğraflar: Türker Adakale

29.05.2012