Yirmi dokuz yıl önce darıldık Eylüle. İnsanı ve insanlığı yakmışlardı o gün. ‘Isının ateşinde, ne güzel bak alev alev’ dediler bize. Toplayabildikleri en güzel, en taze çiçekleri attılar aleve. Eylül bizi ürkütür, korkutur oldu. Korku daha çok girdi devreye, gözler kocamandı, ama yalnızdı. Herkes çekilmişti bir kuytuya. Saklanıp kurtulabileceğini sandı önce. Ama olmadı, her yerde buldular, herkesin bir yerleri acıdı. İnsanlık çok kocaman bir yara aldı, onulmaz.
Aslında yaralı aslan tehlikelidir, ondan korkulur, ama onun da çaresini buldular. Ülkeyi baştan aşağı ranta çevirdiler. Bütün üretim güçlerimizi birer birer elimizden aldılar. Önce ağzımıza bir parmak bal çaldılar. “Siz bunu yalayın, bitmez bu” dediler. Bal bitince biz aç kaldık. Tarlalarda ürün yoktu. Fabrikalar birer birer kapanmıştı. Artık bize ekmeği, aşı, pamuğu, tütünü v.s. başkaları verecekti. Yetmedi güçsüz bırakılmamız, evsiz, cansız da kalmalıydık. Ormanı yok edip kendilerine villa kurarken, halkı dereye döktüler. Biz, üstümüze dökülen ölü toprağından uyuşmuş, ancak tespih çekebiliyorduk. İşte şimdi de bizi sel aldı. Toprağımızı aldığı gibi.
Sele kapılmayanlarımız da az değiliz elbette. Henüz tüketemediler bizi. Ama yüreğimiz selin götürdüğü toprak misali çoraklaşmıştı. Selde ölene değil, selin sürüklediği cicilere koştuk, sevinerek, gülerek. Bu davranış bizim yoksulluğumuzdan çok, yoksunluğumuzun arttığını gösterdi. Kimisi çeyiz düzmek için, kimisi satmak için diyerek saldırdı suya. Kalbinin boşaldığının ayırdında değildi. İşte asıl tehlike şimdi başladı.
Belimizi kırmanın başka yolları da var tabii. Bunlardan en önemlisi cins ayrımcılığı. Kadın- erkek ayrımcılığı. “Kadın –erkek el ele çalışamaz, üretemez, tehlikelidir” dediler. Biz yüzlerce yıllık geleneklerimizi unutarak farklı ve tehlikeli olduğumuza inandık. Bıraktık karşı cinsin elini. Hatta ona düşman olduk, eve kapatmaya, üretimden uzaklaştırmaya, kısaca ona et gibi bakmaya, daha da ileri giderek, buna onu da inandırmaya çalıştık. Çuvala soktuk, inandı bize, razı oldu çoğu, yok olmaya.
Sonra kolay oldu kadını yakmak, sele dökmek, hatta ellerimizle öldürmek. 2005’te Bursa’da farikanın kapılarını kapattık, kilitli kapılardan çıkamadı kadınlar, yandı cayır cayır, beş işçi kadın. Yangında kapı kilitli kalır mıydı? 2007’de Ceylanpınar’da tıkıştırdık kamyona, kamyon devrildi, on tarım işçisi kadın suda boğuldu. Kamyondan servis aracı olur muydu? 9 Eylül 2009’da ise yine servis aracı diye hapishane aracına benzeyen, penceresiz, kapısı ancak dışardan açılabilen bir ambardı işçi kadınları taşıyan. Yalnızca kapıyı açamadıkları için öldü yedi kadın.
Artık uyansak mı diyorum? Artık öğrensek mi? Cins ayrımcılığının ne denli tehlikeli ve bizim sonumuzu hazırladığını. Kadına, çocuğa, insana bakışımızı yeniden gözden geçirsek mi? Yerel yönetimler de merkezi yönetimler de program ve planlarını rant değil de insan merkezli yapmaya başlasalar mı? ‘32 Kişi yaşamını yitirdi’ diyerek geçiştirebilir miyiz? Sorunun asıl nedenlerini konuşmaya başlasak mı?