Kuşların tümü sanki İstanbul’a göç etmiş gibi konser veriyordu. Bazı kuşların sesleri bana yeniydi, tanıyamadım. Belki de yalnızca İstanbul’un kuşlarıydı. Şakır şakır öterek kadınları karşıladılar. “Biz de size benzeriz, ne zaman bir sapanın bize doğrulacağı belli olmaz” diyorlardı.
Sekiz gündür İstanbul’daydım. Önce ‘Kadın Kurultayı’ ardından ‘Dünya Kadın Yürüyüşü’ o biter bitmez de ‘Avrupa Sosyal Forumu’ başladı. İstanbul, yağmurlu ve hüzünlüydü. Bir o kadar da coşkulu. Dünya nüfusunun yarısı olan kadınlar uyanıyor ve “Ne oluyor? Benim adıma karar veremezsin!” diyordu.
Kurultay boyunca bir de panel gerçekleştirildi. Konuşmacılardan İtalyan Anna Pramstrahler “Ülkemde yılda ortalama 110 kadın öldürülüyor. Kocası ya da sevgilisi tarafından. Hükümet bunu normal suç gibi algılıyor. Kadın cinayetlerine ilgi çekmek için ‘Sessiz tanıklar’ kampanyası başlattık. Beş yıldan beri kadın figürlerinin üstüne kocaman bir kalbin üstünde ölen kadının ve katilinin adı yazılı olarak, süper marketlerde sergiledik” dedi.
Handan Koç, “Bu cinayetler fakirlikten, cahillikten olmuyor. Erkek egemen sistemin, kadın bedeni üzerindeki mülkiyetten oluyor. Çünkü kadın, erkeğin sahip olduğu bir şeydir. Tehlike sokaktan çok aile içindedir. Kurbanlar sadece kadınlar değil, çocuklar, arkadaşlar, komşular olabiliyor. Türkiye’de 2009’da 933 kadın öldürüldü. Cinayetler, binde bin dört yüz arttı” dedi.
Sevgi Binbir, “Yasal düzenlemelerin cezasızlıkla ilgili sorunları var. Kadın danışma merkezlerine ihtiyaç var” dedi.
Esra Baş, “Öldürülen kadınların davalarına girmek istedik. Aileleri bunu istemediler. Çünkü olayı kapatmak istiyorlar. 80 Kadın cinayeti dosyasından, sadece iki dosyada ‘Haksız Tahrik İndirimi’ uygulanmadı. Bu çok korkunç. Bu davalar politiktir, ortak özellik, kadın olmalarıdır” dedi. Biz bunları konuşurken bana acı bir telefon geldi. Kuzenimin kızı 21 yaşındaki Gülnaz’ı, kocası benzin dökerek yakmıştı. Olay Burdur – Tefenni’de olmuştu. Ülkenin her bölgesinde kadına bakış değişmiyordu. İşte erkek eliyle öldürülen kadın zincirine bir halka daha eklenmişti.
Kurultayın ertesi günü ‘Dünya Kadın Yürüyüşü’ başladı. 22 Ülkeden kadın temsilcileri karşıladık. Önce tekne turu, ardından atölyeler yapıldı. ‘Şiddet, Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkı, Toplumsal Cinsiyet, Kamu’ gibi konular üstünde konuşuldu. Sonra Taksim’de yürüyüş gerçekleşti.
Atölyelerde, Bask Bölgesi’nden kadınların anlattıkları çarpıcı ve acıtıcıydı. İspanya ve Fransa’nın baskılarını anlattılar. “Bask aslında kendi kendine yeter. İşsizlik oranı çok düşük, İspanya’dan iyidir. Partilerimiz sürekli kapatılır, durmadan adını değiştirmek zorunda kalıyoruz” dediler. Bu tümceler bize tanıdık geldi.
Portekizli kadınlar, “Kürtaj yaptıran kadın hâlâ cezalandırılıyor” dediler.
Gülser Kayır, “Kadınlar ‘Hayır’ demeyi öğrendi. Namus cinayetleri arttı. Nüfusu 50 bin olan belediyelerin sığınak açma koşulu yasası çıktı. Şimdi bu yasaları uygulatmalıyız” dedi.
Yunanlı kadınlar, “Balkanlar insan ticaretinde geçiş bölgesi. İnsan elden ele geçebiliyor. Yunanistan’da bir kadın 400 TL’ye satılabiliyor. Bu fiyat kadının yaşına göre değişebiliyor. En çok da Romanya, Afrika, Doğu Avrupa halkı buna maruz kalıyor” dediler.
Balkanlardan Eleni, “Aile içi şiddetin cinsiyeti var, kadınlar. Orta yaş evliliklerde, düşük gelirli kadınlar şiddeti daha az bildiriyor. Boşanma da daha az. Lise öğrencilerinin beşte biri şiddete uğruyor. Yalnızca kapitalizm değil, ataerkil sistem de şiddeti doğuruyor. Şiddet medyada da var” dedi.
Sonuç olarak: ‘Dünyanın her yerinde kadına şiddet uygulanıyor. Bazı yerlerde daha az, bazılarında daha çok. Kadının yaşamı birbirine benziyor. Birleşmek çözümü kolaylaştıracaktır’ sonucuna vardık. Büyük bir coşkuyla ve kalabalıkla Taksim’e sığmadık. 22 Ülke ve Türkiye derken, Avrupa Sosyal Forumu katılımcıları da destek verince, görkemli bir yürüyüş oldu. Ne yazık ki, medyanın şiddeti ortaya çıktı. Televizyonlarda, gazetelerde bu coşkulu ve evrensel yürüyüş ilgi görmedi. Yokmuş gibi davranıldı.
Oysa ‘Kadınlar vardır, kad 〠浣〠瑰㸢ﱂﱴﱧ潤慬琿洿欠棢攠政汫ⱥ欠棢㬲 6 tContentIDınlar vardır, kadınlar her yerde.’