Hayde! Hayde! İnadına Meydanlardayız!

Ben’68 Kuşağı’ dedikleri dönemin çocuklarından değilim yaşım gereği. Ama o dönemi yaşamış büyüklerimizden haliyle, değerleriniz yaşadıklarınız hakkında iyi kötü bir fikrimiz var. O dönemi anlatırken nasıl heyecanlandığınızı, yaşıtlarınızdan bahsederken nasıl duygulandığınızı biliyorum mesela.

Bazen bir olayı anlatırken nasıl da büyüttüğünüzü biliyorum ve en önemlisi de o dönemde üniversiteli olmanın ne kadar güzel bir şey olduğundan bahsedersiniz. Sizleri anlamaya çalışıyorum. Galiba biz ’80 Kuşağı’ dedikleri dönemin çocuklarıyız. Darbe sonrası devirle birlikte anılıyoruz. Ne diyelim bu da bizim şansızlığımız. Ben hiç duvarlara yazı yazamadım (nitekim)!

Sizlere bir sorum olacak şimdi. Tekel işçilerinin eylemleri sırasında Ankara Valiliği çevre ve görüntü kirliliği yarattığı gerekçesiyle eylem çadırlarının kaldırılmasını istediği kararını duyduğunuzda ne düşündünüz? Eylemlerinin haklılığı ve kararlılığı nedeniyle mi acaba bu tavır? ‘68 Kuşağı’dan bu yana işçi direnişinin en güzel örneklerini verdikleri için mi yoksa eylemin sonucunun ne olacağına bakmadan gerçekleştirdikleri büyük yol göstericilik için mi? Bu bağlamda Tekel işçi direnişine Rize – Pazar Çaykur işçilerinin ‘emek dayanışması’ adı altında kampanya yaparak gönderdikleri kuru çay içinde ayrıca teşekkür ediyorum.

Bakın geçen gün gazete keyfi yaparken neye rastladım? Bilim insanı, Prof. Dr. Güven Sak Referans’taki köşesinde “Türkiye, 1990 – 2007 yılları arasında, sera gazı salınımındaki artış listesinde % 119’la dünya birincisi! Türkiye dünyayı kirletmede hem en hızlı koşan ülke konumunda hem de dünyayı giderek hızlanan bir biçimde kirletmekte“ Ve davam ediyor: “Açıktır ki bu kirletme rekoru artışı 2002 sonrasının etkileyici büyüme performansı ile yakından alakalı olmalıdır. Buradan çıkarılması gereken üçüncü sonuç ise şudur: Türkiye, tempolu büyüdükçe enerji ihtiyacı artmakta ve dünyayı daha da artan bir oranda kirletmektedir. Açıktır ki bu sürdürülebilir bir durum değildir.”

Acaba bu kirlilik karşısında ne düşünüyor Ankara Valiliği? Doğanın bütünlüğünü kapitalizmin kar amacına tercih ettiğimiz müddetçe, yaşayacağımız kirliliğin boyutunu artık siz düşünün.

Evet kirlilik! Hayatımızın her alanında devam etmiyor mu? Onunla haşır neşir olmadık mı? Gazeteci öldüren katilleri medya kahramanı yaratarak popüler kültürün kirliliğini üzülerek yaşamıyor muyuz? Varsın o zaman Taylan Özgürlerin, Ümit Kaftancıoğulların, Uğur Mumcuların, Çetin Emeçlerin, Muammer Aksoyların, Behiye Uçokların da katillerini de bulun. Onlarda cezalarını çeksinler. Varsın onların katillerini de medya kahramanı yapın. Ama bir katilleri görelim. Buda bizim ‘80 Kuşağı’ olarak hayalimiz olsun.

Belki biraz siyaset yaptığımı düşünebilirsiniz. Haklıda olabilirsiniz. Ama insan hayata nasıl bakarsa olayları da öyle süzgeçten geçirir. Amacımız ortak mücadeleden payda çıkarma hayatı daha da anlamlı kılmaktır. İnsanlığın ortak mücadelesinden daha da rahat nefes alma sorunumuz bu. Derelerimiz özgür aksın darken başka ne amacımız olabilir ki? Doğanın kendi bütünlüğüyle barışık yaşamaktan başka ne çıkarımız olabilir. Ha birileri karşı çıkacak, çıkması da en muhtemel olanı varsın çıksın. Çıksın ki yarattığımız atmosferden haz olalım. Bu tarih boyunca hep böyle olmuştur.

Hani bir söz vardır “Çağdaş insan, örgütlü toplumlarda gündemi ve güncelliği yakalayandır.“ Bizimkisi de bu yazımızda gündemi yakalama sorunu idi. Yakaladık mı bilemiyorum ama kapitalist büyüme devam ettikçe ve onun aktörleri içimize sızdıkça doğal felaketlerin önünü almamız çok zor olacağı kesindir.

Yaşamın devamını sağlayacak ekolojik ve sosyal düşünceleri hayata geçirmekte daha da hızlı olmak zorunda değil miyiz? Haksız mıyım? O zaman yazının başlığını bir daha okumak en iyisi…

Fotoğraf: İsmail Şahinbaş