Onlarca yıldır bu ülkenin doğal ortamlarına önlenemeyen bir saldırı vardı ancak son 10 yılda ayırımsız ülkemizin her karışı, hızlandırılmış bir doğa tahribatı yaşıyor. Sanki gizlide saklıda alınmış bir karar ve görünmez bir el, bu ülkenin doğal güzelliklerini yok etmek için çaba gösteriyor.
Eğer yapılan çevre ve doğa tahribatını listelemeye kalksaydık, içinden çıkılamaz bir belge oluşurdu.
Tarım alanları imara açılırken, orman arazileri göz yummalarla yağmalanıyor, akarsu vadileri geri dönüşü olmayacak bir şekilde yıkıma uğratılıp, akarsular beton borulara hapsediliyor, dağlar tonlarca dinamitle yerlerinden oynatılıyor, güzide ormanlar maden sahasına, taş, mermer, kil, kum ve çakıl ocaklarıyla kirli bir şantiyeye dönüştürülüyor.
Bugün artık hiçbir doğal ortam, akarsu vadisi, orman parçası, mera, su havzası, sulak alan, kıyı şeridi, arkeolojik alan, sit alanı, tabiat parkı, özel koruma alanı hatta şehir parkı, yol kenarı ağaçlandırmaları, kavşaklardaki, refüjlerdeki birkaç cılız ağaç, çimen parçası dahi güven içerisinde değil.
Bir ülkenin coğrafyası, topografyası değiştiriliyor, tabiat tarihi siliniyor. Doğa adına ülkenin herhangi bir beklentisi, umudu kalmadı. Yapabileceğimiz tek şey, bir süre sonra hayatımızdan çıkacak olan bu ortamların filmlerini, fotoğraflarını çekmek ve gelecek nesillere aktarmak.
Şimdi de, meclisten yeni bir yasa çıkmak üzere; ‘Tabiat Varlıklarını ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu.’
Doğaseverler, çevre örgütleri, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, akademisyenler, medya ayakta, korku, isyan ve itiraz içerisinde. ‘Bu yasa meclisten geçmesin’ diye mücadele veriliyor, imzalar toplanıyor, makaleler kaleme alınıyor, görüşler açıklanıyor, bildiriler yayınlanıyor, amaç doğal ortamlara sahip çıkmak ve onu korumak!
‘Tabiat Varlıklarını ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu’ yasalaşırsa, tabiat adına hiçbir şey kalmayacağı düşünülüyor, söyleniyor, yazılıyor da hangi tabiattan bahsediliyor, anlamakta güçlük çekiyoruz. Gerçekten, korumamız gereken tabiat, hangi tabiat? Kaldı mı?