Gülnaz, ana – babasının ilk çocuğu, ilk göz ağrısı, nazlı, güzel, alımlı, sıcak, insanlarla iletişimi harika bir kız. Liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi ilk yıl kazanamaz. Tekrar hazırlanmaya çalışırken o genci görür. Sert bakışlı, bir şeye öfkeliymiş gibi duran, uyuşturucudan birkaç kez içeri girmiş, alkole bağımlı, ilkokulu zar zor bitirebilmiş, çocukluğunda da sorunlu bir genç.
Kızı olan her babanın duyduğu kaygıyı, Gülnaz’ın babası da duymuş olmalı. Dershaneden alıp kızının üstündeki baskıyı arttırır. Gülnaz gençle görüşmeyi sürdürür. Genç, okuması gerekmediğini, onu besleyeceğini, çok sevdiğini, karıncadan, uçan kuştan, esen yelden, anasından, babasından kıskandığını anlatır. Gülnaz bütün bunların sevgi olduğunu, ne denli kıskanırsa, o denli çok sevdiğini düşünür. Sertliğini sorun etmez. Dedesi de babası da sert. Çevresinde sevecen, anlayışlı, yumuşak davranışlı bir erkek yoktur. Gördüğü örneklerin hepsi ‘Kazak’ erkektir. Dedesi anneannesini döver, babası da annesini. Şiddet onun gündeminden eksik değildir. ‘Erkekler şiddet uygular’ düşüncesi ona çok yakındır. Olabilir bir davranıştır, yadırgamaz.
Aileler aceleye getirerek evlendirirler. Önemli olan ‘namustur.’ Bu arada anne daha çok kaygılıdır, o nedenle küçük çapta bir araştırma yapar. Kızını vereceği erkek nasıl birisi diye. Herkes onun olumsuz davranışlarını bildiği halde, ‘pişmiş aşa su katmamak’ için susarlar. Annenin kaygısı geçmez, öğrenemediği bir şeylerin olduğunu duyumsar, ama eli kolu bağlıdır. Babanın dediği dediktir. Kız da “ben onu seviyorum” der de başka bir şey demez. Çünkü o genç ona dokunan, sevdiğini söyleyen, elini tutan, umut veren ilk erkektir. Bu her şeyden önemlidir. İlk olmak.
Erkek, ilk iş olarak bu açık saçık giyinen kızı türbana sokar. Evlendiği günden başlayarak üstünden kapıyı kilitler. Kendisi ne zaman eve gelirse, o zaman açar kapıyı. Böylece on ay geçer. Bir gün nasıl olduysa, Gülnaz evden kaçıp ana – babasına sığınır. Anlatır anlatır… Boşanma davasını açarlar. Erkek Gülnaz’ı sürekli tehdit etmeye başlar. Öldürmekle, ailesine zarar vermekle korkutur. Bu arada baba da, Gülnaz’a huzur vermez. Annesini döver “Senin yüzünden” diye. Gülnaz, kendinden vazgeçerek, kocasına döner. Yine kaldığı yerden şiddet sürer. Üç hafta kadar.
Üç haftanın sonunda, bir öğle vakti, Gülnaz, başından aşağıya yanıcı madde dökülerek yakılır. Burdur – Tefenni’den helikopterle Ankara’ya ulaştırılmaya çalışılsa da kurtarılamaz, ifadesi bile alınamaz. Erkek eliyle yaşamı sona eren kadınların halkasına bir zincir daha eklenir. Şimdi aile, davacı olmak için otopsi raporunu bekliyor. Kim bilir belki kendilerini de sorguluyor olabilirler. “Acaba Gülnaz’ı kurtarabilir miydik?” diye. Ne dersiniz? Gülnazları kurtarabilir miyiz? Ya da kurtarmalı mıyız? Yoksa görmezden gelmeyi sürdürmeli miyiz?