Ortaokul yıllarımda yaz tatilinin başlaması ile birlikte Karabük’ten beklemeksizin köye giderdim. Bir eğitim yılı boyunca birikmiş olan yorgunlukla daha ilk sabahtan annem sığırları gütmem için erkenden beni kaldırırdı. Tatilin başlaması ile birlikte gönlümce uyumayı çok arzulamış olmama rağmen heyecanla uyanırdım.
Her çamın, ardıcın, kayının, gürgenin, taşın, toprağın ve çalının içime sinmiş bir anısı vardı. Bin yıllık bir özlemle yoğrulmuşçasına oradan oraya koşar dururdum. Akşamın nasıl oluğunu bilmeden sabah aynı heyecan fırtınası beni yeni ufuklara sürüklerdi. Yaşıtlarımızla cirit, beştaş, kuyutaşı, dokuztaş, körebe, saklambaç oynardık. Akşam geldiğimizde rahmetli annem “Çaşıtlık yapmadan söyle bu sığırları nerede güttünüz, komşuların ekili alanlarına zarar vermediniz değil mi?” diye bizi sıkılardı.
Gün dönümünün gelmesi ile birlikte her aile heyecanla yaylaya gitmek için hazırlıklara başlardı. Aynı gün binlerce koyun ve keçi, yüzlerce sığır, manda, at, eşek, öküz arabaları derken üç kilometrelik bir göç Belen Yaylası’na (Eleman) ulaşırdı. Gelik dediğimiz tamamen ahşaptan tek odalı yayla evlerimiz vardı. Hayvanların neredeyse tamamı yayla ile buluşmanın hazzını yaşardı. Öküzlerin güreşi, atların tepişmesi, koyunların sesi derken mandaların güreşi toprağı titretir, çoluk çocuk kaçacak yer arardı. Yine de mandalar birbirinden ayrılmaz uzun sırıklarla büyüklerin göletlere sürmesi sonucu, suya kavuşan manda kavgayı bırakırdı. Her taraf mis gibi çiçek, ot kokardı. Sarıçamların reçinesi boğazımızı yakar, göknar ağaçlarının sık dokusundan gökyüzü görünmezdi. Herkes işini gücünü bırakır yaylanın tam ortasına gıncırtma dediğimiz aleti yapardı. İş bitiminde hava kararır, odun közünde çaylar demlenirdi. Gıncırtmaya binenler sönmüş odun kömürü mil şeklindeki yere koyarlardı ki gecenin bir yarısı çıkan ses beş kilometre öteden duyulurdu. Geliklere yerleşme sağlandıktan sonra, inekler, koyunlar sağılır, yoğurt mayalandıktan sonra başka bir kaba boşaltıldığında bakracın şekli gibi kalırdı. Köyden yaylaya gelenler yelmik otu getirirler, yoğurtla birlikte yerdik.
Evlerin ve geliklerin çatı örtüsü olan bedavra dediğimiz ince tahtalar üzerine keşler dökülüp kurutulurdu. Reçineli çam ağacından kasnaklar yapılır, içi tereyağı ile doldurulurdu. Saban kahvaltısı için kocaman bir tencere süt kaymağı kısık köz ateşinde yaklaşık bir saat kaynatılır yeşilimsi renkte ve kokusu metrelerce uzaktan duyulan yağın özü kalırdı. Bunu katını açtığımız ekmeğin içine sürerek yerdik. Gelik evlerimizde genellikle bazlamaç dediğimiz ekmek yapılırdı. Yalnız olup eşi köye gitmek zorunda kalanlar katı yoğrulmuş hamuru dairesel şekilde açarak günlerdir ısınmış ocağın ve külün içine gömerek giderlerdi. Döndüklerinde nar gibi kızarmış kül kömeci dediğimiz ekmek ortaya çıkardı. Arasına tereyağı konulup, kiren (kızılcık) şerbeti ile yenilirdi.
Her anını özlemle andığım günler hızlı geçti. Büyümeye başladığımda sınırsız sevgim beni birçok şeyi sorgulamaya itti. Hemen yanı başımızda Yürecik Köyü vardı. Çevremizde; Salmanlar, Güristan, Türkmenler, Gökçebel, Yaplan, Yazıboy, Kulat gibi isimlerle karşılaşıyordum. Diğer tarafta; Tamuşlar, Bayındır, Garkın, Sallar, Kabaca, Mutaflar, Soblan, Sorgun, Çaldağı, Emiroğlu, Akçatoylan gibi yerleşimler bulunmaktaydı. Lise yılları sonrasında yükseköğrenim döneminde üzerinde yaşadığım vatan coğrafyasının değerini tam anlamayla bilemediğimi ve hakkını teslim edemediğimi anladım.
Gaslar (Kaşkalar), Hattiler ve Kumanlar’dan sonra devam eden tarih sürecinde Malazgirt’ten 45-50 yıl önce Oğuz boyları Eskipazar’ı da içine alan coğrafyanın batısına kadar gelmişler ve yerleşmişlerdir. Orta Asya’daki derin kültürlerini ve yaşam tarzlarını Anadolu coğrafyasına taşımışlardır. İçimdeki dinmek ve bıkmak bilmeyen bu özlem bin yıllar öncesinden gelen tarihe, kültüre, doğaya ve insana olan sevgimin genlerimdeki aşka dönüşmüş hali olsa gerektir.
Antik çağlardan itibaren, konumu itibariyle pazar kurulan ve çok önemli yolların kesişme noktasında olan Eskipazar, adını da buradan almaktadır.
Doğası, kültürü ve insanı ile her bireyin yüreğindeki sıcaklığını hissedebileceğiniz antik yerleşimleri bağrında barındıran geçmişin güzelliklerini günümüze ve yarınlara taşıyan Eskipazar, Anadolu kültürünün en seçkin alanlarındandır. İnsanlık kadar eski, keşfedilmemiş kadar yeni olan Eskipazar, kâşiflerine gönül kapıların açmış beklemektedir…
Eskipazar Sözlüğü
Çaşıt: Hafiye, casus
Gıncırtma: Tahterevalli türü bir mil / direk üzerinde dönen uzun sırık
Gelik: Ahşaptan basit yayla evi
Çaldağı: Heybetli dağ
Akçatoylan: Beyaz renkte lahana gibi kat kat doğal yapısal alan
Yelmik: İlkbaharda yetişen besleyici bitki türü
Yazı: Ahmet Bostan, fotoğraflar: Ahmet Bostan ve İsmail Şahinbaş